8 Aralık 2015 Salı

SEMİNER KONULARIM Hakkı Güleç

SEMİNER KONULARIM
Beden Dili
İşyerinde Beden Dili
Pazarlamacının  Beden Dili
Öğretmen Beden Dili
Siyasetçinin Beden Dili
İletişim ve insan İlişkileri
Zor İnsanlarla İletişim
Makam odaları ve Güç Gösterileri
Renkler ve Dünyamız
İkna Psikolojisi
Çözüm Odaklı Yaklaşım
Duygu Kontrol ve Rahatlama Teknikleri
Öfke Kontrol, Stres Yönetimi
İnternet Bağımlılığı
Sigara Bağımlılığı
Sınav Kaygısı
Verimli Ders Çalışma ve Test Tekniği
Beynimizi Tanıyalım
Aile Danışmanlığı ve Görüşme Teknikleri
Eş Seçimi, Evlilik Süreci ve Boşanma
Aile içi iletişim
Evlilik ve Cinsel Yaşam
Aile, Çocuk ve Başarı
Yalanı anlamak, Yalan Söylemek

Hafıza Teknikleri

6 Aralık 2015 Pazar

Doğru cevap için doğru soruyu bulun...

Doğru cevap için doğru soruyu bulun...
Bugün bir arkadaşım;  "hocam NEDEN kimse bana selam vermiyor, benimle istediğim kadar ilgilenmiyor ve beni önemsemiyor...vb" şikayet ediyor.. O sevilme, kabul görme önemsenme ihtiyacını dile getiriyor. Yani var olmak istiyor. Varlığını diğer insanların gözünden hissetmek istiyor. Arkadaşımın bu serzenişi aslında doğamız, sosyal yönümüz, psikolojik yönümüz... Onu dinledim. O dinlenilmiş ve anlaşılmış olmaktan dolayı önemsendiğini ilgilenildiğini ve varlığını benim gözümden hissetti ve rahatladı....
Ve ona tek bir soru sordum, "nasıl davranırsak insanlar bizimle daha çok ilgilenirler selam verir bizi önemserler...."
Bir süre düşündü, sessizlik yaşadık. Çayından bir yudum aldı ve, "evet hocam şimdi anladım ne demek istediğinizi... " demesine karşılık;
"aklınıza gelen nedir?" diye sordum.
Hocam selam almam için önce selamı veren ben olmalıyım, ilgi görmem, önemsenen olmak için de ilgilenen ve önemseyen olmalıyım...vb" derken rahatlamıştı. Karşımızdakinden istendik davranışı elde etmenin yolunu bulmuştu..
Bizim yaptığımız doğru soruyla doğru cevabı bulmaktı..
Önce sormamız gereken ise, "ne sorarsam kendime veya karşımdakine doğru cevabı bulabilirim/bulabilir..."
Beynimizi soruna yönelik değilde çözüme yönelik hale getirmek için, "ne, nasıl, kiminle, ne zaman,nerede, ne kadar, .." gibi açık uçlu sorularla yönlendirebiliriz...
"Neden/niçin" le çözümsüz kalırız
Eğer, çözüme değilde sohbetimizin başında dile gelen, "NEDEN selam vermiyor" gibi..."Neden" ve "niçin" ile sorun odaklı yaklaşırsak çözüme ulaşmamız zorlaşır. Çünkü kendimize "neden" ve "niçin"ile başlayan sorular sorduğumuz da bu bir serzeniş olur şikayet olur ve beynimizin üreteceği cevaplar sürekli bizi haklı çıkartacak şekilde olmaya başlar. Haklı çıkmak "mağdur oluyorum, hakkım yeniyor..vb" hissi yaratacağından insanı mutsuz eder. Haklı olduğunu düşünmek stres nedeni
Haklı değil, Mutlu olalım
Haklı ama çözüme ulaşamayan mutsuzlardan olmamak için soruyu doğru sormayı öğrenelim ki doğru soruların üreteceği doğru cevaplarla çözüme ulaşalım haklı değil mutlu olalım...HG

3 Aralık 2015 Perşembe

Sistemin Metalaştırdıkları ve Sağlıklı Aile ortamı

Sistemin metalaştırdıkları
Metalaşma nedir?
Sosyal bir yıkımdır. Vicdanın yok edildiği, her şeyin “mış” gibi yaşandığı, kalabalıkların “şey” olduğu, her şeyin kar aracına dönüştürüldüğü sistemdir metalaşma dediğimiz.
Bu sistemde ne kadar tüketebilirsen; o kadar varsın, mutlusun ve saygınsındır. Tüm makamlar, mevkiler ve kariyerler var olabilmenin aracı durumundadır. 
Var olabilmek, mutlu olabilmek ve de saygın olabilmek için var gücümüzle çalışır didinir fazla mesai yaparız. Yetmezse ayak oyunları, kulis, particilik yalan, dolan, sahtekarlık amaca hizmet ettiği için adeta kutsanır durumdadır. İyi hissetmek için çok tüketmek gereği vardır bu durumda modern kölelik sisteminin dişlileri teslim alır tümümüzü.
İnançlarımız ve metalaşma
İnançlarımız bile bu durumdan “ılımlılaştırma”, sahte hadisler ve insanlarla nasibini almaya başlar. İnançlarla ilgili ritüeller ibadet değil dinin kendisi olarak algılatılırken ibadetin özü olan yardımlaşma dürüstlük insanca davranış dayanışma insanlığın faydasına olanların yüceltilmesi kul hakkı emeğe saygı insana saygı sevginin temel konu olduğu untturulur.
Çatıştırma ve ayrıştırmalar metalaşma yolunda kullanılması
Bu yapı her şeyi denetimi altına almaya başlar. Olmuş, olan ve olacak tüm çatışmaların aslında çıkar hesabı olanlar tarafından başlatıldığı ve yönetildiği bilinir. Bu çıkar çatışmalarında etnik yapı, inançlar ve mezhep araç olmaya başlar.
Direnenler için...
Tüm sorunlar; siz bizim metalaştırabildiklerimizden misiniz, yoksa metalaştıramadıklarımızdan mısınız dan çıkmaya başlar. Balık misali suyu fark edemeyen, sistemin dönüştürdükleri, uysallar ve köleler sistemden nasiplenirken; diğerleri izlenir yani asiler farkında olanlar dönüştürülemeyenler, kandırılamayanlar, satın alınamayanlar ceza görür veya nasiplenmeleri zorlaşır.
Sistemin ürettiği yanlış çözüm "Feminizm"
Güçsüzlükleri, çabuk ve kolay metalaştırabilmelerin den dolayı en çok acı çekenler olan kadınlar yine sitemin üretip önlerine koyduğu” feminizmin” şiddetli savunucusu haline gelirler. Feminist yaklaşımlarda karşılarında erkeği gören kadınlar tüm öfke ve enerjilerini onlara yöneltirler bazen de kadınlar da daha çok sahip olarak erkekleri yönetme peşinde koşarlar. Bu durum sistemin devamına hizmet eder. Sitemi güçlendirir. Sistemin güçlenmesine hizmet eden feminizm, sistemin ürettiği hilelerden biridir. Aslında ezilen sömürülen ve altta kalanlar insanlardır. Konu cinsiyetlerin üstünlüğü değildir, sistemin metalaştırdığı tüm insanlardır. 

Sağlıklı aile Ortamı
Aile Danışmanlığı ve Metalaşma Konusu
Sağlıklı Aile ortamında var olabilmiş sağlıklı ruh yapısına sahip alile bireylerinin farkındalığı artmaktadır. Sağlıklı ruh haline sahip olmak demek Sağlıklı aile ortamında sevildiği, kabul edildiği umursandığı takdir edildiği için varoluşun tüm boyutlarını yaşayabilen çocukların yan yollara sapması zorlaşmaktadır. Zira sağlıklı aile ortamında var olamayan çocukların var olmak için daha fazla eşya statü mevki elde etmeye çalışarak var olmaya çalışmaktadırlar. Sahiplik varoluşta araç konumundadır. Çocuklarımızın sağlıklı kişiliğe sahip olabilmelerinde ailenin belirleyiciliği olabilmekedir. 

2 Aralık 2015 Çarşamba

Hasan ve Babası

Hasan ve Babası
Yılı 2006 Kurucusu olduğum Konya Net Dershanesi Öğrencilerinden Hasan bir evin bir oğlu, terzilik yapan baba onu çok seviyor. Fakat baba çok eleştiriyor, başkalarıyla kıyaslıyor, otoriteyi baskı üzerine kurmaya çalışıyor, sürekli öğüt veriyor, çoğu zaman duygu sömürüsü yapıyor. Hasan tüm bu yaklaşımlardan bunalmış durumda. Okulda başarısız. Ders çalışma isteği düşük, dikkati dağılıyor, çabuk sıkılıyor.
Baba diyor ki;
"Hocam ne yapayım ben bu çocuğa bilemedim ki, ben ondan bir şey istemiyorum yeter ki çalışsın, adam olsun yediği önünde yemediği ardında tüm imkanları ona harcamaya hazırım ama kerata çalışmıyor ki…”
Oğul Hasan Diyor ki;
"Hocam bir gün nadir olarak da olsa içimden ders çalışmak geldi dersin başına oturdum az sonra içeri giren babam, ‘aman ha sıkı çalış dersine bak sonra...vb' dedi ve o an çalışmayı bıraktım içimden devam etmek gelmedi keşke babam hiç odama gelmeseydi" dedi...
Ona sordum; "baban odana girerken kapıyı çalarak mı girdi?" Hasan sorumu çok anlamsız bulmuş ki gülerek; "hocam şaka mı yapıyorsunuz babalar odaya girerken kapıyı çalması normal midir?" diye...
Ve ben Babayı görüşmeye davet ediyorum
Hasan'ın babası ertesi gün erkenden odama geldi bir çay istedi. Çayını höpürdeterek adeta yer gibi içerken, “hocam bana bir çare ne yapmam lazım? Hasan sizi çok seviyor hep sizden bahsediyor… Ona nasıl davranacağımı bilemiyorum…”
Babayı ikna ediyorum
Evet tam da istediğim noktadaydı baba.. "Senden bir şey rica ediyorum ama mutlaka tam olarak uygulamalısın" dedim… Çaresiz beni dinleyen baba, "tamam hocam" dedi... Odasına kapıyı tıklatarak girecek ve onun yanına gülümseyerek; rahat, sakin ve mutlu bir yüz ifadesiyle ismini söyleyerek veya normalde nasıl hitap ediyorsanız öyle konuşacak sadece hal hatır soracaksınız. Bugünün nasıl geçtiğini soracaksınız. Akıl vermekten, ders çalış demekten vazgeçip sadece sohbet havasında konuşacak daha da çok beyninizle değil yani sorgulamadan yargılamadan sabırla ve kalbinizle onu anlamaya çalışarak dinleyeceksiniz... O an o kendini adam yerine konulmanın zevkini onurunu yaşayacak size olan sevgisi artacak ve o gün daha bir zevkle derslerini çalışacak…vb”dedim. Baba ikna olmuştu.
Hasan, eski “Hasan ” değil
Ertesi gün Hasan gözleri parlayarak odama girdi. "Hocam ver elinizi öpeyim, babama ne dediniz? Onu nasıl etkilediniz? , Babam dün ilk defa odamın kapısını çaldı, ismimle hitap etti. O gün sadece benimle ilgilendi, beni konuşturmaya teşvik eti ve sonuna kadar sözümü kesmeden dinledi. Kendimi hiç bu kadar insan hissetmemiştim, tüm sıkıntım birden buharlaştı odam da ilk defa içimden gelerek ders çalıştım, sorumluluğumun bilincine vardım. Ayaklarım ilk defa isteyerek buraya gelmemi sağladı, hayatımın bir anlamı olmaya başladı..." o günden sonra periodik görüşmelerimiz baba ve Hasan ile devam etti. Baba ve Hasan daha bir farklı olmuşlardı. Hasan'ın derslere devamı artmış, etütlere isteyerek kalmaya başlamıştı. Öğretmenler Hasan da gözlemlenen bu olumlu değişikliği heyecanla paylaşıyorlardı benimle. Hasan çok istediği Makine mühendisliğini kazanmıştı.
Ve Hasan ile yıllar sonra karşılaşıyorum
Mudanya ya taşınmıştım. Yıllar sonra Konya ya gittiğim de tesadüfen Hasan'a rastladım. Yanında eşi ve çocuğu vardı. Eşi öğretmenmiş. Beni tanıştırırken, "bak bahsettiğim rehber öğretmen…" Gözlerinin içi gülüyordu. O an ben de çok mutlu oldum. Hayatın anlam kazandığı çok önemli anlardan birini yaşıyordum. Babasını sordum Hasan'a; bakışları yere kaydı, sessizlik oldu… "Hocam, babam sizlere ömür" sözleri ağzından döküldü.
"Allah Rahmet Eylesin" diyebildim... Ayrılırken onlardan o an bir insana dokunmanın gücünü, önemini ve güzelliğini tam olarak bir kere daha anladım. Hakkı Güleç 

Mükemmeliyetçi misiniz?

Mükemmeliyetçi misiniz?
Kılı kırk yaran, ince eleyip sık dokuyan, el attıkları her işi kusursuz yapmaya çalışan insanlar daha sık depresyona girerler. Halbuki hayatta mükemmel diye bir şey yoktur. "Daha iyi, iyinin düşmanıdır" derler.
Mükemmeliyetçiler işlerini çok iyi yapan ve genelde yaptıkları işte başarıya ulaşan kişilerdir. Ancak çoğunlukla gergin, kaygılı ve karamsardırlar. Kendilerini ve başkalarını fazla tenkit ederler. Müdahaleci sabırsızdırlar. Mükemmeliyetçiler sonuç odaklıdırlar. Sağlamcıdırlar. Ve tedbirlidirler. Çok ayrıntıcı ve ince düşüncelidirler, aynı tutumu çevrelerinden de beklerler.
İnsan doğasına uygun olanı ise mükemmeliyetçiler gibi sonuç odaklı değil, süreç odaklı olmaktır.
Yani bir insan, “mutlaka şunu başarmalıyım şu notu almalıyım şu makama gelmeliyim” değil, “elimden gelenin en iyisini yapmaya olmaya çalışırsam daha az baskı hisseder, daha içten gelerek yapabilirim” Diyebilir. Bir konuyu hallederken, bir işi yaparken veya dersi çalışırken sonuca değil de, sonuca ulaşma sürecinde "elimden ancak bu kadar gelebiliyor, elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağım" derken süreci baskı hissetmeden zevk alınan bir oyun gibi görülebilmelidir.
Elinden gelenin en iyisini istekle yapmaya çalışmak, sonucun ne olduğun dan çok sonuca giden yolda bizim istekli olmamız önemli.
Elinden gelenin en iyisini başarmak için çaba gösterenler gösterdikleri bu çabadan zevk alırlar.
Mükemmeliyetçi kişiler ise hiçbir zaman ve koşulda hata yapılmaması gerektiğine inandıklarından kendilerinden ve yaptıklarından sürekli kuşku duyup, kaygı içinde yaşarlar.
Hata yaparım korkusu mükemmeliyetçilerin müteşebbis yönlerini azaltırken detaylara boğulmalarına neden olabilir.
Hatadan değil tecrübeden bahsetmek daha rahatlatıcıdır.
Tüm bu yazdıklarım işin bir yönü diğer yönü ise bazı meslekler var ki mecburen mükemmel yapmak, olmak ve davranmak zorundasındır. Yetkisinden çok sorumluluğu fazla olan hatayı asla affetmeyen meslek sahipleri işinden dolayı mükemmeliyetçi yönleri kaçınılmaz olarak gelişebilir. Her şeye rağmen farkındalık sahibi olmak durumu yönetebilmeyi kolaylaştırır. HG

İyi halt ettiniz

"Ben saçımı süpürge ettim yemedim yedirdim ne gerekiyorsa yaptım" mı diyorsunuz. İyi halt ettiniz yani.. Fazla fedakarlık yapmakla ona zarar verdiniz. Sınır ve sorumluluklarının bilincine erişmesini kendisini geliştirmesini önlediniz yaşadığınız hayal kırıklığına neden olansınız. Yapmanız gereken ise Ona kendisi için ne yapacağını öğretmeniz var olan yeteneklerinin ortaya çıkmasını sağlayacak ortamın hazırlanmasını sağlamanızdı

İletişim biçimlerinde İLİŞKİ DÜZENLEYİCİ olarak iki temel yaklaşım olabilir

İletişim biçimlerinde İLİŞKİ DÜZENLEYİCİ olarak iki temel yaklaşım olabilir
1)Değerlerin önemsendiği zeminde, ilişki düzenleyicisi olarak dayağın, korkunun baskının yeri olamaz. Değerlerin önemsendiği zeminlerde empati, saygı, sevgi, ve içten davranma vardır. İnsanların cinsiyeti, gücü, statüsü kimliği değil, insan olması temel alınır. Demokratiktir. İnsanlar sınır ve sorumluluklarının bilincindedirler. Egolar devre dışıdır.
2)Korku kültürünün egemen olduğu yapıda ise; dayak disiplin aracıdır. İnsanlar arasında iletişim biçimlerinde dayak devrededir. Dayak meşrudur olması gerekir. Korku kültüründe her şey şekli olmaya başlar. Otoriteye tabi olma vardır. Biat Kültürü egemendir. İnsanlar uzun vadeli hedefe yönelik stratejik planlar yerine, her hangi bir stratejiye hizmet etmeyen günü birlik taktik yaklaşımlar sergilerler. Davranışlar günü birlik olunca şartlar değiştikçe dün söylediğini bugün inkar etmeler, yalanlar ayak oyunları kompaslar hileler şark tipi kurnazlıklar ikili oynamalar başlar İnançlar dahil tüm değerler araç olmaya başlar. Etrafta dost kalmaz. İşin özü kaybolur şekli şeyler ön plana çıkmaya başlar.
Korku kültüründe şiddet şiddeti doğurur. Şiddete başvuranların kişilik bozuklukları, duygu kontrol sorunları ve rol model aldıkları anne baba ve liderleri vardır. Şiddete maruz kalanın gücü ele geçirdikçe şiddet uyguladığı bundan da tıpkı uyuşturucu gibi haz aldığı tespit edilmiş. Güçlünün güçsüzü ezdiği yapının yetiştirdiği insanlar için güce sahip olmak en önemli hedef olamaya başlar. Onlar güçsüzden nefret ettikleri kadar güce sahip olana taparlar. Kadın çocuk yaşlı fakir zayıf, korumasız hayvanlar ve tabiat tahrip edilmeyi ezilmeyi hak ederler. Dayanışmanın yerini rekabet alır. Kardeşliğin barışın yerini düşmanlık savaş alır. Birleşmenin yerini ayrışma alır. Demokrasinin yerini otoriter yapı alır.
Kültürel olduğu kadar psikolojik bozulmalar gözlemlenir....HG
1)Değerlerin önemsendiği zeminde, ilişki düzenleyicisi olarak dayağın, korkunun baskının yeri olamaz. Değerlerin önemsendiği zeminlerde empati, saygı, sevgi, ve içten davranma vardır. İnsanların cinsiyeti, gücü, statüsü kimliği değil, insan olması temel alınır. Demokratiktir. İnsanlar sınır ve sorumluluklarının bilincindedirler. Egolar devre dışıdır.
2)Korku kültürünün egemen olduğu yapıda ise; dayak disiplin aracıdır. İnsanlar arasında iletişim biçimlerinde dayak devrededir. Dayak meşrudur olması gerekir. Korku kültüründe her şey şekli olmaya başlar. Otoriteye tabi olma vardır. Biat Kültürü egemendir. İnsanlar uzun vadeli hedefe yönelik stratejik planlar yerine, her hangi bir stratejiye hizmet etmeyen günü birlik taktik yaklaşımlar sergilerler. Davranışlar günü birlik olunca şartlar değiştikçe dün söylediğini bugün inkar etmeler, yalanlar ayak oyunları kompaslar hileler şark tipi kurnazlıklar ikili oynamalar başlar İnançlar dahil tüm değerler araç olmaya başlar. Etrafta dost kalmaz. İşin özü kaybolur şekli şeyler ön plana çıkmaya başlar.
Korku kültüründe şiddet şiddeti doğurur. Şiddete başvuranların kişilik bozuklukları, duygu kontrol sorunları ve rol model aldıkları anne baba ve liderleri vardır. Şiddete maruz kalanın gücü ele geçirdikçe şiddet uyguladığı bundan da tıpkı uyuşturucu gibi haz aldığı tespit edilmiş. Güçlünün güçsüzü ezdiği yapının yetiştirdiği insanlar için güce sahip olmak en önemli hedef olamaya başlar. Onlar güçsüzden nefret ettikleri kadar güce sahip olana taparlar. Kadın çocuk yaşlı fakir zayıf, korumasız hayvanlar ve tabiat tahrip edilmeyi ezilmeyi hak ederler. Dayanışmanın yerini rekabet alır. Kardeşliğin barışın yerini düşmanlık savaş alır. Birleşmenin yerini ayrışma alır. Demokrasinin yerini otoriter yapı alır.
Kültürel olduğu kadar psikolojik bozulmalar gözlemlenir....HG

Tüm dünya ya meydan okursunuz eğer aşıksanız?

Tüm dünya ya meydan okursunuz eğer aşıksanız?
Aslında karşı cinse duygusal yoğunlaşma ve romantizm doğanın bir tuzağıdır;
türün devamı için gereklidir
Limbik sistem(orta beyin); temel dürtülerin açlık cinsellik gibi yönetildiği yerdir. Hoşa gitme duygusu ateşlendiği zaman bütün beynin kontrolünü ele geçirir. Beyin görüntüleme makinelerine sokulan insanların beyninin nerelerinin aktifleştiğini izlemek mümkün.
Emar makinesine sokulan kişiye "sevdiğinizi düşünün" denildiği zaman orta beyinde oluşanlar durumu anlatır. Aşk, heyecan ve sevgi söz konusuysa; orta kısımda sanki yanan bir bölge var o kısım daha çok oksijen tüketmekte..Beynin ön üst taraf(mantığın üretildiği yer) adeta frene basıyor. "aşkın gözü kördür" deyiminde olduğu gibi insan sevdiğini düşünürken beynin ön tarafı duruyor ve çalışmıyor. Aşık olduğunuz kişinin hiç bir olumsuz şeyini görememek bu tür duygular beynin kritik akıl yürütme noktasını baskılamaktadır. Eş seçimi anında devrededir Dikkat...!
Temel konu türün devamı...
"Neden böyle" denilince birlikteliğin sağlanması için o kişinin peşinden gidilmesi gereği biyolojik olarak vardır. Türün devamı temel nedendir. Duygusal yoğunlaşma, tutkulu anlarda beynimizin akıl yürütme bölgesi baskılanır. Sadece bu değil bazı hormonlarda salgılanmaya başlar; mesela "dopamin" hormonu salgılanır; onu düşündükçe bizi mutluluk basıyor. Seratonin biraz azalıyor; bu bizi biraz depresyona sokuyor ve o kişinin peşinden gitmek zorunda hissediyoruz kendimizi.
Meydan okuma...
Amigdala; öfke, korku ve kaygı gibi duyguların yönetildiği bölge baskılanır ve daha korkusuz olunsun diye ki aşkının peşinden gidebilme cesareti artar böylelikle. Amigdalası aşk yüzünden baskılanan kişi dünyaya meydan okur, mantığı devre dışıdır duygularının esiri olan biridir. Aşk onun için hastalık halidir. Aslında doğanın bir tuzağıdır. Neslin devamı bunu gerektirir. HG

Dinlemenin gücü hikayesi
Ünlü psikiyatristlerimizden Prof. Dr. Recep Doksat'a genç bir kız telefon eder. "Hocam intihar etmek istiyorum. Ruh halim çok kötü. Artık bu durumdan kurtulmak istiyorum. Bu son konuşmam olacak" Doksat bu genç kızı yarım saat dinler, kendisiyle konuşur ve ona bu kararını yeniden gözden geçirmesini söyler. Yaklaşık yarım saat sonra kız intihar etmekten vazgeçer. Ruh hali değişmiştir. Daha sonra Doksat bu genç kıza muayenehanesine gelmesini teklif eder. Genç kız teklifi kabul eder ve hocayla yüz yüze görüşür.
Bu görüşmede hoca genç kıza uyum sağlayarak onu biraz daha rahatlatır ve ona merakla sorar: "Benim hangi sözüm seni intihardan vazgeçirdi?"
Genç kızın cevabı ilginçtir: "Hocam doğrusu dediklerinizden dolayı intihardan vazgeçmiş değilim. Bu dünya da benimle yarım saat konuşabilecek ve yarım saat beni dinleyebilecek insanların var olduğu beni düşündürdü. Yarım saat beni dinlediniz ve benim değerli olduğumu hissettirdiniz. Değerli bir insan olduğumu hissettiğim için intihardan vazgeçtim"
Dinlemek insanı var eder, size ve hayata bağlar...
Etkin dinlemek doğru dinlemek anlamasına dinlemektir.  Kalbinizle dinlemenizdir. sorgulamadan yargılamadan görüş bildirmeden size göre hatalı eksik da olsa sabırla dinlemesini bilmelidir. Onu anlamak demek ona onay vermek onunla aynı düşünce de olmanız demek değildir.
"Sizi anlıyorum... öfkelenmişsiniz/ kötü hissetmişsiniz/ bu konu da ne düşündüğünüzü tam olarak anladım..."  dedikten sonra eğer size göre farklılıklar varsa da sizi anlıyorum siz .... düşünüyorsunuz bu konuda ben sizden farklı olarak böyle düşünüyorum... dediğiniz zaman ortaya konulan sadece farklılıklardır. Bu durum iki tarafında birbirini tam anlamasını sağlar. Unutmayın ne kadar doğru güçlü ve tecrübeli de olsanız uzaman da olsanız insanları değiştirmeye ikna etmeye çalışmayın ... Amaç insanların bir birlerini anlamasıdır. HG

Çözüm odaklı olmak

Çözüm odaklı olmak
1)Sorun yaşayan Çocuğunuzun, danışanın veya arkadaşınızın hatalı eksik yanlış taraflarına değil başarılı yetenekli taraflarına odaklandığımızda faydalı değişimlerinde ardından geleceğidir. “Problemleri konuşmak” yerine “Çözümleri konuşmak” süreci kolay, zevkli ve verimli hale getirir. Örneğin, kekemelik sorunu yaşayanlara konuşmalarında kekemenin olmadığı bölümlerden oluşturulan film gösterilmesiyle, kekelemenin anlamlı ölçüde azaldığı gözlendi. İngiltere de dil kursuna giden bir arkadaşım, "hiç bu kadar zevkli bir ders almamıştım. kurs saatini iple çekiyorum.. vb" diyordu. Çünkü öğretmenler öğrencilerin hatalarının değil doğrularının altını çiziyor ve tebrik ediyordu. Çocuğunuza, "senin şu davranışını seviyorum, bu dersinde oldukça başarılısın.." türü yaklaşımlar onların derse ve size olan sevgisi artacak daha fazla öğrenme isteği oluşacaktır.
Nitekim Aile Danışmanı olarak çalıştığım anlarda eşler problemlere çok fazla odaklıdırlar sürekli geçmişi yaşanmışlıkları olumsuzlukları dile getirirler. Onları dinlerim anladığımı hissettiririm. Problem analizine değil çözüme... Geriye değil ileriye soruna değil çözüme odaklanmalarını sağlamaya çalışırım. Unutmayalım beynimiz soru cevap şekliyle çalışır. Doğru sorular insanların doğru yere odaklanmasını çözüme yaklaşmasına yardımcı olur...
2) Problem yaşayanlar, problem yaşanmadığı anları, yani sorun yaşanmayan iyi alanları görmekte başarısızdırlar. Danışanlar, çözüm getirmeye yardımcı olacak problemin yaşanmadığı, yeterli ve verimli olunan o anları ortaya çıkmasını sağlamaya çalışırlar. “Neyi iyi yaparsın?” En yetenekli olduğun alanlar nelerdir?” vb sorulara verilen cevaplarda ipuçları bulunur. Sorulacak açık uçlu sorular(Ne, kim, nasıl, ne zaman, nerede, neyi ile başlayan sorular) onun kendi iç dünyasına yolculuk yaparak anlatma anında farkındalığı artacaktır.
Ancak unutmayın ki, Sorgulamaya neden olan "Neden veya niçin" ile başlayan sorular sormayınız.
3)Olumlu küçük değişikliklerin büyüyerek büyük değişikliklerle yol açar.
4) Bütün danışanların veya çocuklarımızın marazi bir durumu yok ise kendi sorunlarını çözebilecek potansiyele sahiptirler. Danışanlar yetersizlikler ve şikayet konusu olunan yerler yerine, güçlü yanların altı çizilerek bunları nasıl kullanacağının farkına vardığında, değişim oldukça hızlı olacaktır. HG

Dayak, "Cennetten çıkma" mıdır?

Dayak, "Cennetten çıkma" mıdır?
Bu gün bir özel eğitim kurumuna davetliydim. Velilerle söyleyişimiz vardı. Konumuz malum öğrencilerimiz, çocuklarımız onlarla harp eden veliler şikayetciler. 
Ben onlara yönelik olarak, "çocuklarınız derslerini aksattıkları ve onlara söz geçiremediğiniz den dolayı rahatsızsınız. Bana göre temel konu iletişim biçimimizin sağlıklı olmamasından dolayı çocuklarımızla olan ilişkilerimiz istenildiği gibi değil. Pekiyi siz de dersinizi çalışıyor musunuz? Ana baba okulundan mezun olabilmek için ne tür çaba içerisindesiniz, konuya hizmet edecek çabalarınız nelerdir? Araştırma okuma uzmanlarla görüşme seminerleri takip, İnternet den ilgili sayfaları sunuları inceliyor musunuz bu konu için hafta da ne kadar zaman harcıyorsunuz... vb?" İçimizde şu an bu konuda çalışma yapmakta olanımız varsa neler yaptığı hakkında bilgilerini bizimle paylaşabilir mi? ve hiç kimse söz alamadı. Bekliyorum sessizliği. Onlar utanıyorlar sıkılıyorlar söz alamıyorlar diyemeyeceğim bir atmosferimiz vardı. Zira ilk tanışma anımızda herkes söz alıyor konuşuyor akıl veriyor, okuldan derslerden milli eğitim sisteminden şikayet ediyorlar, "ne olacak bu memleketin hali?" vaziyetinde haklı veya haksız herkes son derece konuşkandı. Şimdi hiç kimse den ses yok. Sessizliğin tek nedeni konuyla ilgili hiç bir şey yapmadıkları için paylaşacak bir şeyleri de yoktu. Çoğu özel aracıyla gelmiş, okul ücretini ödemişler ve kendilerine düşen bir şey kalmamıştı onlara göre... Bir tane veli kalktı, o beyaz eşya satıyormuş. İşinden bahsetti uzunca. Bu şık düşmedi. Çünkü reklam yaptı, sıkıldı insanlar. Konumuzla ilgili olarak o engin görüşleri en sonunda ağzından dökülmeye başladı.
"Hocam dayak cennetten çıkma basacaksın sopayı bak gör o zaman nasıl yola geliyor bu hayırsız çocuklar... vb" şeklinde hepimize orada ayar verdi. 
Ben velilere yönelerek, "içiniz de dayak yediğinden dolayı ne hissettiğini paylaşabilecek birisi var mıdır?" diye sordum. Hiç kimse kalkıp tek söz almadı: dayağı savunan veliye doğru baktım. O yere kaçırdı bakışlarını. Eminin ki orada en az 100 civarı veli vardı. İçinden mutlaka dayak yiyen oldu. Hiç biri söz almadı. Çünkü o an yedikleri dayak akıllarına geldi. O an kendilerini çok kötü hissetmiş olmalıydılar. Ben dayağı disiplin aracı olamayacağını dayakla istendik davranışın kesinlikle elde edilemeyeceğini belirttim. Dayak sonunda travma yaşayacak kişinin biriktireceği öfke vb olumsuz duygu durumlarının onun ruh halini bozacağını ve şiddeti meşrulaştıran yapının güçleneceğini, dayak atmakla çocuklarımıza dayak atmayı öğreteceğimizden dolayı toplumda şiddetin yaygınlaşacağını ve ilişki düzenleyici olarak şiddet kültürünün nelere yol açabileceğinden bahsettim... Öğrencilerimizle olan sağlıklı ve etkili iletişim biçimleri üzerine sohbetimiz devam etti. Ve işin en iyi tarafı, "basacaksın sopayı..." diyen veli, "hocam bizim çocuğun durumu için sizinle özel görüşebilir miyiz?" oldu. Benim için günün kazançlarından biri de o dayağın cennetten çıkma olduğunu savunan velinin değişen davranışıydı...Hakkı Güleç