Başkaları ne der?
Okul yaşına kadar her şeyi istediği gibi söylemekte özgürdür çocuklar. Sahilde oturan annesinin yakınlarında dolaşan
çocuk, yanından geçen dilenciyi görüp yüzünü buruşturarak yüksek sesle “pis
kokuyor bu adam” diye yüksek sesle bağırır.
Anne, çocuğa en kötü yüz ifadesi
ile “sus” işareti yapar. “Çok ayıp ama öyle söylenmez” diye uyarır.
Yatalak dedesine bakmakta olan
annesin ve teyzesinin kendi aralarında “Şu adam ölse de bizde kurtulsak,
kendide” şeklindeki yakınmalarına tanık olan çocuk, günün birinde dedesi ölünce dışarıdan eve
gelen teyzesine “ Müjde, müjde Dedem öldü” diye bağırmaya başlar. Anne çocuğu
kucağına alıp ağzını kapar ve kulağına kızgın bir ifade ile bir şeyler
söyler. Çocuk, son derece “Üzgün” bir ifade takınan anane ve teyzesine
şaşırır bir anlam veremez.
Sosyalleşme süreci
Okul hayatı ile gerçeklerle tanışılır. “Mış” gibi yaşamların, maskelenen
yüzlerin, “münasip” tavırların ne olduğunun öğrenilme süreci başlar. “Sosyalleşme”dir bu sürecin adı. Yaşadığı toplumun beklentilerine göre
davranmasını öğrenir. Hangi durum
karşısında hangi maskenin takılacağını nasıl davranılması gerektiğini içselleştiren
kişi, yetişkindir artık.
Bazen sosyalleşmenin dozu
kaçabilir. “Başkaları ne der?” , Çok ayıp olur” “aman kimse duymasın, sonra
yanlış anlarlar” tarzı ile çocuk kendi
iç dünyasını sorgulamaya başlar. İç dünyasının aykırılıklarından dolayı
suçluluk duymaya başlar. Sesini kısmayı öğrenir. Bireysel olmak mahkum edilir. Böylece dış dünya ya göre
şekillenen hayatlarda; “Çok hoş insan” ,”Çok efendi, iyi insan” olunur. Herkesin duymak istediğini
konuşan, görmek istediği gibi olan
kısaca “örnek bir kişi” olunmuştur artık.
Aslında yalnız insandır o
Çok sevilen ama çok neşeli insan gördünüz mü hiç. Aslında ”neşeli”
görüneni, görürsünüz. Aynaya bakan, kendi gözlerinden iç dünyasının sesini
duyan insan, tiyatro sanatçısını andırır. Hayat onun için hep sahnedir. Verilen rolünü en iyi oynaması istenir
ondan. Başardıkça mükafatını işinde,
ailesinde çevresinde alır. Kariyeri yükselir, para kazanır. Mal mülk sahibi
filan da olabilir. Son dönemlerde artan
o kulak çınlamalarını bile artık duymamayı, takmamayı öğrenir. Bir dönem
sonrada kalbi, bağırsakları, midesi ses vermeye başlar. “Psikomatik
rahatsızlıklar” denir bütün bu şikayetlere.
Sesi kısılan iç dünyasının, fizyolojisini zorlamasıdır
rahatsızlığın adı. Onları en çok kullandığı kelimelerden biride “Evet” tir.
“Hayır” derse gücenebilir insanlar, ayıp olur. Herkese göre ayarlanmış hayatın
da kendine yer kalmamıştır onun.
Kendi olmak-sosyalleşmek
çizgisi
Çizginin bir ucu iç dünyamız ve kendimiz olduğumuz yer, diğer ucu dış
dünyamızın beklentileri ve sosyalleştiğimiz yer. Çizgide sosyalleşmeye doğru yol aldıkça,
“Başkaları ne der” rehberimiz oldukça,
adımız “İyi, hoş, ne iyi adam” olmaya başlarken, stresimiz artar ruh sağlığımız
bozulmaya başlar. Her zaman maske ve sahte gülümsemeler vardır. İdareciler,
siyasetçiler vb iş kollarında görev
alanlar, aşırı sosyalleşmek durumunda kalırlar.
Çizginin öbür uçuna, yani iç dünyamıza doğru yol aldıkça, kısılan
iç dünyamızın sesini arttırdıkça daha bir kendimiz olmaya başlarız. Rahatlarız.
Ruhsal sorunlarımız yok olur. Sahte, rol gereği gülümsemelerin yerini içten
gülmeler ve salıverilen kahkahalar almaya başlar. Maskeler yok olur. İçi dışı
bir, dobra olmaya başlarız. Aklımıza
geleni söyler, canımız istediğini yaparız. Adımız “Patavatsız, çocukça,
dengesiz, anlaşılmaz..” olmaya başlar. Sanatın her dalında yer alan bu tür insanlar
iç dünyalarının sesini çoğaltanlardır.
Bağlama çalmak
Bir türkü tutturmuş çalıp söyleyen usta aşığın parmaklarının bağlamanın
perdeleri üzerindeki hareketi gibi olmalıdır, hayatla olan dansımız. İç dünyamızı rahatlatan içten tavırlarımız ve
kendimiz olabildiğimiz anlar ile dış dünyanın beklentileri arsındaki gidip gelen
rollerimiz; bağlamada en doğru sesi veren
perdeler üzerinde, parmaklarınızın gidip
gelmesi gibidir.
O zaman çıkan sesler, kulağa daha bir hoş gelmeye başlar.
Dengeleri tutturabilmeniz dileğiyle…Hakkı Güleç
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa