27 Şubat 2013 Çarşamba

Renkler


                  

   Carl Gustav Jung "Psikolojik tipler" adlı çalışmasında, insanları içlerinde ki enerjiyi kullanma şekline göre dört gruba ayırır.

Kırmızı karakter: Dışa dönük, pozitif, kararlı, cesur, hızlı sabırsız kedine güvenen biridir. Hoşgörüsüz ve kontrolcüdür. Sonuç odaklıdır.  "Hemen yapalım" "Beni takdir edin" derler. Tayyip Erdoğan, Süleyman Demirel, Okan Bayülgen, Sezen aksu
Sarı karakter: Dışa dönük neşeli canlandıran şevkli ve kaygısız tiptir. Geleceğe odaklı, sosyal arkadaş canlısı, ikna edici ve arkadaş canlısıdır. "Birlikte yapalım" "Bana bakın" Beyaz, Cem Yılmaz, Sibel Can
Mavi karakter:İçe dönük tarafsız,düzenli, kendine özgü, resmiyeti seven, temkinli,detaycı ve mesafeli kişilerdir." Şu işin doğrusunu yapalım" "beni anlayın" derler. A. Necdet Sezer,Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli
Yeşil karakter: İçe dönük sakin cana yakın, dengeli kendileriyle barışık , halinden memnun, dinleyici ve utangaç tiplerdir. "Uyumla yapalım" "Bana saygı gösterin" derler. M.Ali Brand, Abdullah Gül, Türkan Şoray, Emel Sayın
     Renklerin verimliliğin yükseltilmesi için kullanılması
Renklerin duygularımız üzerindeki etkisi oldukça fazladır. Renkler bilinç altını etkilemektedir.  Daha enerjik görünmek için kırmızıyı, Daha yaratıcı görünmek için moru, Kıvrak zekalı olmak için sarıyı, Sakin ve huzurlu görünmek için yeşil ve maviyi kullanabiliriz. ABD de ünlü bir uçak firması kırmızı şeritlerin hakim olduğu koltukların yerine rahatlatıcı etkisi olan yeşil ve pastel renkler kullanarak satışlarını oldukça arttırmıştı. Sürekli yeme isteğini arttıran kırmızı, beyaz ve turuncu renkleri kullanan fast food türü işletmeler satışlarını arttırırlar. Zaman  kavramını yok eden ve tansiyonu yükselterek çok para harcatan renk kırmızıyı eğlence yerleri tercih ederler. Geçiciliği vurgulayan sarı renk taksiciler kullanır. Kahverengi çabuk terk etmeyi sağladığı için fast food larda kullanılır. Gücün ve imajın sembolü mavi ve lacivert güçlü olduğunu vurgulamak isteyen şirketlerin rengidir.
      Öğrencilerin ödevlerinin öğretmenleri tarafından kırmızı yerine yeşil kalemle değerlendirilmesi olumlu etkisi olacaktır. Renklerin iletişim üzerinde de etkilidir. Önemli dikkat çekilecek bilgiler kırmızı, araştırılması gereken haberleri yeşil, önceliği olan bilgileri sarı, başkalarına havale edilmesi gereken bilgileri maviyle gösterilir.
          Kahverengi: Gayri resmi bir renktir. İş hayatının rengi değildir. İç sıkıntısı yaratır
          Kırmızı:Gençlik rengidir, İştahı açar. Cinselliği vurgular. Zamanı unutturur
          Mavi: Büyüklük ve gücü temsil eder. Kan akışını yavaşlatır. Uzaktan fark edilebilir
          Yeşil:Rahatlatıcıdır. Güven verir.
          Sarı: Dikkat çekici ve geçicidir
            Turuncu: Dikkat çekicidir. Gayri resmidir. Sıcak ve samimidir
          Siyah: Hırs ve kötülüktür. Konsantrasyonu arttırır
          Mor: Modanın rengidir. Uç duyguları temsil eder. İş hayatının rengi değildir.Korkunun rengidir
          Beyaz: İnanılır ve güvenilirdir. Temizliği temsil eder. İstikrar vardır
          Gri: Yaratıcılığı vurgulamaz.Fark edilebilir bir renktir. Gücü anlatır. İş hayatının rengi değildir
          Pembe:Rahatlatıcı bir renktir.Güçlü bir renk değildir. İş hayatının rengi değildir


  Renkler veetkileri
Kırmızı:    Uyanık ve tetikte olmayı sağlar , Kan basıncını artırır. Tansiyonu yükseltir. Enerji                                                                     Enerji verir. Adrenalin salgılar. Vücut ısısını arttırır

Turuncu Neşeyi teşvik eder .Sindirim sistemi ve metabolizmaya destek verir. 
                                                                                             
Sarı: Olumlu ve canlı  tutar. Sinirsel bozukluklara iyi gelir.
Yeşil: Uyumlu ve dengeleyicidir. Sakinleştirir. Kalp ve göğüs problemlerini hafifletir
Turkuaz:    Canlandırıcı, sakinleştirici, ağrı kesici. İltihap önleyici
Mavi:Barışçıl, sakinleştiricidir.Kan basıncını düşürür
Mor: İç bilinci teşvik eder.Vücudu temizler, uykusuzluğa iyi gelir
Magenta: Sevgi ve şefkat rengidir. Migren ve baş ağrılarını hafifletir.

        Renkler enerjik kılarken uykumuzu da getirebilir. ısıtabilir veya üşütebilir.
     Aynı sıcaklık derecesinde mavi odada kiler üşüdüklerini söylerken, turuncu renk odada bulunanlar      
              ise sıcaklıktan şikayet etmişlerdir.
      Sıcak renkler:Sarı, turuncu, kırmızı
     Soğuk renkler:Mor, mavi
      nötr renk: yeşil

2 Şubat 2013 Cumartesi

Ölüm


     Ölüm gerçeğinin biçimlendirdiği hayatlarımız. Ölüm, kimi insanlar için hayata daha fazla anlam katmanın nedeni olurken, kimileri için ölümü düşünmek bile korku tüneline girmek gibidir. Ölüm korkusuyla geçirilen işkence dolu günler ve bitip tükenen anlamsız hayatlar… Kimileri için acıların son bulduğu kurtuluş. Kimileri için ölüm bir yok oluş bir bitiş ve ebediyen hiç olmak. Kimileri için ruhun bedendeki varlığına son verme ve sonsuz hayata göç etmedir. 
     Felsefi açıdan ölüm; varlığın bütün olanaklarını yitirişidir.
      İnsan yaşamının zamanını yitirmesi, Artık rüyaların olmadığı bir uyku..
      Ölümle burun buruna getiren kazalar, iflaslar, yangınlar yaşanan şoklar aylarca kırıklar içerisinde hareketsiz kalmak, gibi krizler, hayata bakışta ciddi kırılmalara neden olurlar.  Bu kırılmalar; anlatır hayatın anlamını, önceliklerin düşünülmesini, değerlerin farkına varılmasını, “neden yaşıyorum ben?” in sorgulanmasını…
   Ancak birçok insan, kriz veya yol kazası yaşamadan da çok iyi anlar ölümün hayat üzerindeki etkisini. Çünkü okudukları, araştırdıkları ve de yaşadıkları onları kuyunun ağzına daha bir yaklaştırdıkça görürler gökyüzünün sonsuzluğunu…
  Bir an düşünelim Ne istersek her şey var, istediğimiz tüm maddi şeylerimiz var ancak etrafımızda tek bir insan yok. Yalnızız. Bizim tanıklık ettiğimiz hiç kimse yok, hiç kimsede bize tanıklık etmiyor… Artık hiç kimsenin hayalinde yaşamadığını anladığı an, o insan gerçekte ölür. Yaşamın anlamı bizim birilerine, birilerinin de bize tanıklık etmesidir. İnsan yaşamında var olan her şeyi birileriyle paylaştığı, anlattığı ve onlarda oluşturduğu olumlu etkileri hissettiği zaman hayat anlam kazanır.
SAhip olmak veya olmamak
 Eğitim kurumları rehberlik servislerinde görev aldığım dönemler de  öğrenci ve ailelerinin; “o bölümü bitirince sahip olduğumuz diplomanın getirisi nedir? Benim çocuğum nasıl iyi bir meslek sahibi olur? Nasıl daha çok para kazanabilirim?”  Benzeri sorularıyla sık karşılaşırdım
    Bu sorulardan anladığımız  “Eğitim; daha çok şeye sahip olabilmenin, namerde muhtaç olmadan yaşayabilmenin, işsiz kalmamanın bir aracıdır” düşüncesidir. 
     Benim yapmaya çalıştığım ise; insanları biraz farklı kulvara çekmeye çalışmaktı. O kulvar da ”Alacağı eğitimle kişi kendini tanısın, kendinin olabileceğinin en iyisi olabilme yolunda olanaklar yaratsın, yaşamı tanısın, fırsatların farkına varsın, insan kendini başarsın, yarışacağı kişi kendisi olsun, kendi versiyonunun en iyisi olsun, bu sorumlulukla dünyaya geldiğini fark etsin. Her ne iş olursa olsun; kendisi olabileceği seveceği ve severek yapabileceği iş, onun en üretken olacağı iştir.
    Hayatın anlamının sahip olmak değil de, olmak olduğunu kavrayabilen insanların ölüm konusunda da yaklaşımları;  Ölümden önce ve sonra, eserleriyle ışık olmak onları heyecanlandırır. Yaşamları anlamlı olmaya başlar. Yalnızlık çekmezler. Yaşadıkları maskesiz hayattır. Kendileri olurlar. Biz bilinci ile samimi sıcak ve kucaklayıcı dırlar
   Sahip olmayı hayat amacı görenler içinse ölüm; tüm sahip olunan şeylerin hiç olmasıdır. Bilinçaltları bir hiç uğruna yaşadıkları izlenimini verir onlara. “Bu Dünya yalandır” onlar için.  Yaşamanın tek anlamı egonun tatminidir. Yaşadıkları dönemde maskelerinin hiç çıkarılmaması, sahte dostluklar ve gerçek yalnızlıklar yaşanır. Mutluluğu şekil olarak yaşarlar. Sen bilinci ile kuralcı soğuk ve iticidirler  Hakkı Güleç

   

1 Şubat 2013 Cuma

NLP



NLP(Nöro-Linguistik Programlama) Kişisel mükemmelliğin sanatı ve bilimi. Beyin kullanma kılavuzu.
”İyi yaptığım bir şeyi nasıl yapıyorum?”.   “Nasıl daha iyi yapabilirim”.  “Başarılı gördüğüm, örnek insan gördüğüm, hayran olduğum kişilerin becerilerini nasıl kazanabilirim?”  türü soruların, NLP ile cevabını buluruz.
NLP ‘ile düşünme biçimimiz, deneyim ve eylemlerimizin kontrol edildiği zihinsel süreçlere odaklanır.  Motivasyonlara, yaşanmışlıklara odaklanarak davranışla sonuçlanan düşünce, duygu ve inançları şekillendirmeye çalışır. Kendimizle olan iletişimimiz temel alınır. 
 NLP ile, neye sahip olmak, ne olmak istediğimize dayanarak ne yapacağımızı seçebiliriz. 
NLP ile, kendi düşünce süreçlerimizi daha iyi anlayarak, alışkanlığa dayalı çoğu bilinçsiz olan davranışlarımızı kontrol altına almayı öğrenebilir, ulaşılamaz gördüğünüz hedeflerin gerçekleşebileceğini görürüz.
NLP Varsayımları
1)Her davranışın altında olumlu bir niyet yatar: Davranışı gerçekleştiren kişinin o davranışa ne anlam yüklediği, hangi “ihtiyaç”ının karşılandığını bilmemiz gerekir.
2)Kurmuş olduğumuz iletişimin anlamı, karşıdan aldığımız yanıtta gizlidir. Ne söylediğinizden çok ne anladığını anlamaya çalışın
3)Esneklik göstermeyen danışman, danışanda dirençle karşılaşır: Esneklik kontrol sağlamada önemlidir.
4)Harita arazinin kendisi değildir: her kişinin hayata ilişkin bakış açısı farklı olabilir. Bazı olaylara gülüp geçenlerin yanında bazılarının, aşırı tepkisi gözlenir. İnsanların bakış açıları onların araziyi tanımlamalarında yol haritalarını ortaya koyar. Herkesin haritası kendi öznel gerçekliğidir. Gerçek dünyayı yansıtmaz.
5) Kişi elinde bulunan seçenekler içersinden kendisi için en uygun olduğunu seçer:  Yaşamdaki tüm tercih ve vazgeçişlerimiz kanaatlerimize en uygun olanlarıdır.  Bizim için en iyi olan görecelidir.
6)Ne kadar çok tercih imkanımız varsa, o kadar iyi:  İnsanların seçenek imkanları çoğaldıkça, içinde bulundukları duygu durumlarını kontrol şansları artar
7)Bir şey istediğin sonucu vermiyorsa başka bir şey dene: Davranışlarımızda ki esnekliğin sonuca ulaşmada önemli yeri vardır.,
8)İletişimde hata yoktur sadece geri bildirimler vardır: Geri bildirimler; verilen değil, alınan mesajın sonucudur
9) İnsanlar değişebilmek için ihtiyaç duyduğu tüm kaynaklara kendi içinde sahiptir: Tüm insanların potansiyelleri onları hedefe götürecek, onların engellerini aşmalarını sağlayacak güçtedir. İnsanların kendi potansiyellerinin farkına varması, engellerinin bilincine erişmesi, değişme konusunda önem arz eder.
Hedeflerimiz
NEREYE GİTTİĞİMİZİ BİLMİYORSAK, HER YOL BİZİ ORAYA GÖTÜRÜR.
1)Hedef, Olumlu biçimde ifade edilmeli: Odaklandığımız yer gerçeğimiz olur. Sorun odaklı yaklaşım, hedefe ulaşmada zorluk nedenidir.
2)Hedef Denetim Altında Olmalıdır: Hedefe giden yol başkalarının denetimi ve inisiyatifinde olması, zaman ve enerji kaybına neden olacaktır.
3)Hedef, uygun büyüklükte olmalıdır: Hedefin küçük tutulması motivasyon azalmasına, Çok büyük hedeflerin yaratacağı ümitsizlik, kaygı ve özgüven sorunu yine motivasyon kaybına neden olacaktır.
4)Hedef, somut ve detaylı tanımlanmalı: “Mutlu, başarılı  ve varlıklı olmak istiyorum” bir hedef değildir.  Kiminle mutlu olacağım. Hangi alanda, hangi ölçülerde başarılı olacağım. Varlıklı olmaktan kastettiğimiz nedir,  nelerimiz olursa varlıklı hissedeceğiz kendimi.  Ölçülerimizin, kriterlerimizin detaylı bir şekilde ortaya konulması gerekir.
5)Hedefimiz hayatımızın diğer alanlarıyla uyum içerisinde olmalı: çevremiz, yeteneklerimiz, inançlarımız ve kimliğimize uygun düşmelidir.
Sonuçlara ulaşmak
İlk adımınızı atın: Belirlenen Hedefler, Eyleme geçmeyi gerektirir.  İlk adım, telefon görüşmesi, bilgiye ulaşma, araştırma, hareketliliği başlatacaktır. Bir şeyler yapın, atın ilk adımlarınızı gerisi gelecektir.
Farkındalığınızı arttırın: Bulunduğumuz yer ile hedeflenen yer arasındaki farkın önce zihnimizde, sonra gerçeklikte kapatma şansınızın test edilmelidir. Neleri nasıl yapabildiğimiz ve yapmamız gerektiği konusunda fikir jimnastiği faydalı olacaktır.
Esnek olun: Hedeften gözünüzü ayırmadan, hedefe giden yolda esneklikler, yaptıklarınızın değiştirilmesi gerekeceğine hazır olmalısınız.  Eski standart bilgelikte, “Dene, dene bir daha dene” dir.  NLP ise; “Başlangıçta başaramıyorsan, farklı yollar dene, esnek ol” dur. “ Sorunlara neden olduğunuz bakış açıları sorunları çözemez. Her zaman hep yaptığınız şeyi yaparak, farklı sonuç beklemeyin. “
Değişim çoğu kişinin çekindiği kişisel risk almayı gerektirebilir. 
Başarısızlık korkusu: İyi bildiğimiz kendimizi rahat hissettiğimiz alanın dışına çıktığımızda korku duygusu yaşanabilir. Mantıklı ve iyi çizildiğine inanmadığımız değişimlere direnç gösterilir. NLP bu noktada değişmenin alt yapısını sağlayan düşünce biçimlerinin oluşturulmasında devreye girer.
 Hakkı Güleç   

İstendik ruh halini elde etmek



 1)Davranışsal boyut
  Duruşumuz ve o nu destekleyen düşüncelerimiz
Ruh halimizi dönüştürür. 
  İnsanların hissettikleri gibi davranmaktan çok, davrandıkları gibi hissettikleri gerçeğini kolayca ispat edebilirsiniz. 
Bu gerçeğe yönelik olarak bir örnek vermek istersek:"İnsanlar mutlu oldukları içim mi gülümserler, gülümsedikleri için mi mutlu olurlar? Soruya cevap: "ikisi de doğrudur." demek olacaktır. 
O zaman "insanlar bedensel olarak taklit ettikleri rolün ruh haline girerler" cümlesi de doğrudur. 
Ne zaman canınız bir konuya sıkılsa, olumsuz ruh haline girmişseniz ve yönetmekte zorluk çekiyorsanız konunun çözümü son derece basittir. Mimiklerinizi(Yüz ifadelerinizi), jestlerinizi el, kol ve beden biçiminizi mutlu insan şekline getirmeniz bu işin davranışsal boyutudur. 
2)Zihinsel boyut
1)Olumlu etkilendiğimiz yaşanmışlıklarımızın "bir kaynak" olarak güçlendirilmesi:
İkinci olarak zihinsel yapınızı dönüştürmek gerekecektir. Yaşamış olduğunuz ve sizde olumlu duygu durumları oluşturmuş yaşanmışlıklarınızı kendi bedeninizin içinde kalarak (assosiated) Tüm ayrıntılarıyla hatırlamanız. Olumlu duygu durumları yaratan kaynaklarımızı kendi bedenimizin içinde kalarak o anı bir filim şeridi gibi gözümüzün önünden geçirirken o anda gördüğümüz resimleri daha parlak, sesleri daha canlı, hissettiklerimizi daha belirgin bir şekilde hatırlamaya çalışırız.
2)Olumsuz etkilendiğimiz yaşanmışlıklarımızın etkilerinin azaltılıp yok edilmesi
Bizde olumsuz duygular yaratan; bizi mutsuz eden, üzen, kinlendiren, utandıran, öfke duygusun yaratan, tüm yaşanmışlarımızın yönetilmesi ve etkisizleştirilmesi için o olumsuz anların hatırlanması anında kendi bedenimizin içinden çıkıp(Dissasosiated) kendimizi ve olayı dışarıdan bir başka kişi gibi izlemeliyiz. O kötü anda gördüklerimizi silikleştirme, renksizleştirme, sesini kısma, o andaki hissettiklerimizi farklı bir açıyla bakıp (reframe) etkisini azaltma, mümkünse komik, tuhaf ve gülünç yönlerini öne çıkartıp takrar hatırladığımız zaman "gülüp geçme" halini alabilmeliyiz..
3) Tecavüz, Taciz, Yaralanma, Ölümden dönme, Büyük bir kaza geçirme gibi bizde travma yaratan olayların olumsuz etkilerini azaltmak için ise, sinema salonunda filim seyreden kişiyi seyretmek misali, filim de yaşanmışlıklarımız, seyreden kişi yerinde oturan kişiyi( kendimizi) seyretmekteyiz.. (Double Dissociation) Filimmin renkleri solgun, sesleri kısık ve hissettiklerimizi ikinci kopyası gibi silikleştirme gayreti...
   Canı sıkılmış, üzgün veya ümitsiz görünen bir insanın kaşları çatık,  yüzü asık, omuzları düşük ve merkezi kapalıdır.(Köle duruşu)...İletişime kapalı,içe dönük, 
   Olumlu duygu durumları içerisindeki kişilerin neşeli, gülümseyen halleri, omuzları geriye bakışları yerden yukarı doğru, merkez açık eller, ayaklar(Sevinçten ayakları yerden kesildi, mutluluktan, uçuyordum sanki) dışa dönük, iletişime açık
Son söz
İnsanın davranışları beden kimyasını değiştirir. Kendinizi sıkıntılı, kaygılı(sınav Kaygısı olabilir) hissediyorsanız, beden duruşunuzu merkezinizi, kullanış biçimiznizi, geçmiş yaşanmışlıklarınıza bakış biçiminizi kontrol edin. Omuzlarınızı dikleştirin, merkezinizi açın, yüz kaslarınızı("İ" Harfi söyleyecek şekilde) gevşetin,"Eğer..." "Keşke..." ile başlayan cümlelerinizi yok edin, mizah duygusunu
kaybetmeyin...Kendinizi iyi hissetmeniz dileğiyle...Hakkı Güleç


Öfke kontrol


   Hışım, hiddet, kızgınlık, gazap dediğimiz öfke; engellenme, incinme veya haksızlık karşısında gösterilen saldırganlık tepkisidir.  Akıl süzgecinden geçirilmiş, yönetilmiş ve kontrollü bir şekilde gösterilen öfke duygusu bizim için koruyucu bir duygudur. İnsanı enerjik kılar. Olumsuz duyguların dışavurumunu kolaylaştırır.  Yarattığı çatışma ortamında benlik duygumuzun savunmasını sağlar. İsteklerin elde edilmesi konusunda insanları motive eder. 
   Öfke duygusunun sağlıklı ifade edilme gereği vardır. Bastırılan, biriktirilen öfke duygusu; kontrolsüz tepkiler, hipertansiyon ve ülser gibi bedensel rahatsızlıklara neden olabilir.
Yaşamımızda yer alan olayları biz seçemeyiz. Ancak onlara nasıl tepki verebileceğimizi biz seçeriz.
Hayatın 90/10 sırrı nedir?
Hayatın %10’u başımıza gelenlerden oluşur. Hayatın diğer %90’ı ise sizin bu başınıza gelenlere nasıl tepki vereceğinize bağlı olarak değişir. 
    Ör: otomobilimizle seyahat halindeyken, bir diğer aracın kurallara aykırı olarak bizi tehlikeye atacak şekilde sıkıştırmış olduğunu varsayalım.
Bu duruma 1. Tepkimiz: Söylenip, boş verebiliriz. 2.Tepkimiz: çok öfkelendiğimiz için arkasından yetişip, araçtan indirip, kavgaya girebiliriz.  3. Tepkimiz: Plakasını gerekli yerlere şikayet edebiliriz. Hakkında işlem yapılmasını sağlayabiliriz.  Tepkilerimiz sonucu belirleyecektir.
Öfke dengesi
Herkesi öfkelendirecek bir olay karşısında korkaklık gibi nedenle tepkisiz kalmak.
Çoğu kişinin tolerans gösterebildiği bir duruma, aşırı öfkelenerek ölçüsüz tepki vermek.
Bu iki ekstrem uç arasında, dengeyi bulabilmek önemlidir.
Beynimiz ve öfke
Beynimiz üç ana bölümden oluşur.
 Alt beyin: Hayatta kalma ve üreme içgüdüsünü yönetir. Bencildir, kurnazdır. Önce de, sonra da hep can önemlidir. Menfaat ve cinsel arzuları için her türlü tasarrufa yönelir. Tehlike anında tüm sistemi ele geçirir orta ve üst beyni devre dışı bırakır. Her şey can içindir.
Ör: “ Engeli nasıl aştım ve hayatta kalabildim. O an ne yaptığımı tam olarak hatırlayamıyorum bile”
Orta beyin: Duygusal beyindir.  Öfke dahil tüm duygularımızın oluştuğu kısımdır.  Üst beyinden 60.000 defa hızlı çalışır. Alt beyni Çevreler. Canan için, canını verir. Dışarıdan gelen etkiye ilk duygusal dünyamız tepki verir.
Orta Beynin yönettiği hareketlerimiz sonunda;
“Bir an kendimi kaybettim, ne yaptığımı hatırlamıyorum, üzgünüm”
“Keşke….”,”Şeytana uyduk bir kere”  İle başlayan, pişmanlık belirten cümlelerimiz olur.

  Üst beyin:  Mantıklı olmamızı sağlayan, en son oluşan ve  sürekli gelişen kısmıdır.
 Kendimize ve çevremize zarar vermemek için, duygusal beyinde oluşan tepkiler,  düşüncelerin süzgecinden geçirilmelidir. Üst beyin bizim bilge yönümüz, akıl hocamızdır. Deli dolu, kabına sığmayan duyguların frenlendiği, düzenlendiği ve yönetildiği yerdir üst beyin.  Zamana ihtiyacı vardır. Sakin olmayı gerektirir. Yavaş ama güvenlidir.
” Beni öfkelendiren bu konuyu sakin kafaya bir düşünmem gerekir”
 “Allah’tan…’ ve “İyi ki….” İle başlayan tüm cümleler, üst beynin ürettiği, düzenlediği ve yönettiği hareketlerimizin sonunda, oluşan cümle kalıplarımızdır
Öfke kontrol
1)Susun; öfke anı; kontrolsüz duygu anıdır. 2)Oturuyorsanız kalkın, duruşunuzu değiştirin 3)Ortam değiştirin
4)Temiz havaya çıkın. 
5)Ilık duş alın 
6) Diyafram nefesi alın  
 7) Yürüyüş yapın
 8) Öfke yaratan yaşanmış olayın, tekrar gözünüzün önüne gelen  filmini; kendi bedeninizin dışından izleyin. Filmin karelerini soluklaştırın, renksizleştirin, figürleri küçültün ve komikleştirip, gülebileceğiniz formata dönüştürün.  
9) Yaşadığınız güzel anları hatırlayın. Kendinizi iyi hissettiğiniz anın hayalinin filmini, kendi bedeninizin içinden seyredin. Resimlerin renklerini canlandırın. O an gördüklerinizi, duyduklarınızı ve size hissettirdiği güzel ve hoş duyguların sizi sarmasını sağlayın...
Olumsuzlukları unutun, kişileri affedin ve mizah duygunuzu kaybetmeyin.          hgulec58@hotmail.com  Hakkı Güleç       

Stres yönetimi


      Yağmurlu havalarda su birikintilerini yayalara sıçratan sürücüler,  toplantı halinde veya okuma salonlarındayken çalan cep telefonlarına yüksek sesle cevap veren ve konuşmaya devam edenler, her konuda her şeyi bilen sürekli konuşan dinleme özürlü kişilerle ”muhabbet” etmek.  Siyasi takıntılılardan, ezberinde olan on civarında ki cümleleri her yanına gittiğinde tekrar dinlemek. Aynı fıkrayı ilk defa anlatıyormuş heyecanıyla her gün anlatan kişiye rastlamak. Çok az bilgi sahibi olduğu konuda çok fazla fikir üretenleri dinlemek. Yaya geçidinde önceliğin yayalara ait olduğundan bi haber sürücülerin hız kesmeden, yayaları zora sokması…  tüm benzerleri öfke duygusu yaşatabilir.
Stres nedir?
   Aşık olmak, ev almak, otomobil almak, yeni komşular edinmek, sorumluluk almak, ayrılık yaşamak, yeni işe girmek, işini kaybetmek, piyangodan para çıkması, para kaybetmek, evlenmek, boşanmak  gibi bizde; öfke, sevinç, korku, üzüntü, tiksinti, hoşlanma duyguları yaratan tüm olaylar stres nedenidir.
 Çince de stres kelimesi, tehlike ve fırsat anlamlarını içerir. Yaşanılan problemler çözümlerini de barındırırlar. Stres anında açığa çıkan enerjiyi yıkıcı veya yapıcı olarak kullanabiliriz. Hakkımızın, statümüzün kaybedilmesi anında oluşan öfke, haklarımızın korunmasını sağlar. Kayıplarımız üzüntü yaşamamıza neden olur. Öfkenin duygusunun bastırılması hak kaybına sebep olabilir. Üzüntü duygusunun olamaması, hiç üzülmemek insanları yaşamlarının geleceği konusunda kayıtsız kalmalarına neden olabilir. 
   İnsanların olaylar karşısında, saniyenden daha az bir sürede duyguları oluşur.  Milyonlarca yıldır genetiğimizde olan ve korunma içgüdüsüne ait stres anında  “saldır, kaç” için gerekli adrenalin, kortizon salgılanır. Karaciğerimiz kaslara ani enerji akımını sağlamak için glikoz salgılar. Tansiyon artar. Etrafı daha iyi görebilmek için göz bebekleri büyür. Ağız kurur. İskelet kaslarımıza ait damarlarda genişleme, sindirim sistemine ait damarlarda daralma olur. Harekete hazırlık boyun ve omuz kasları gerilir. Kan pıhtılaşmasını dağlayan, mikroba karşı güçlendiren ve acıların hissedilmesini önleyen salgılar artar. Tüm bu kimyasal değişmeler korku, öfke anında oluşur.  Bu duyguların sürekliliği ve iyi yönetilmemesi bir  çok bedensel ve ruhsal sorunlara neden olur.
Ruhsal belirtiler: suçluluk duygusu, diğer insanlara düşmanlık besleme, yönünüzün kaybolması, affetmeyip kin duyma, hayattan zevk alamama,içinde bir boşluk hissetme…
Sosyal belirtiler: Diğer insanlardan soyutlanmak, acı duyma ve gücenme, bencil olma,yalnızlık, geriye çekilme, toleranslı olamama, iletişim sorunları yaşamak…
Duygusal belirtiler: Duyguların sık değişmesi, huzursuzluk,  depresyon, üzüntü, soğukluk, kabus görme, sakinleşememe, ümitsizlik duygusu, ağlama ve gülme krizleri, hastalık hastası olma…
Zihinsel belirtiler: Hafıza kaybı, konsantrasyon zorluğu, kararsızlık, can sıkıntısı, olumsuz konuşma, karamsarlık, fobiler, intihar düşünceleri, …


Fiziksel belirtiler:Kalp çarpıntısı, tansiyon yüksekliği, kabızlık, kulak çınlaması, titreme, sırt ağrısı, göğüs ağrısı, kas spazmı, elerlin ayakların buz kesmesi, deri hastalıkları, kronik yorgunluk, uykusuzluk, baş ağrıları, parmaklarda hissizlik….
Hayatımızı satranç oyunu gibi yaşamak…
  Dünyayı, insanları ve sistemleri yargılamadan, sorgulamadan ve değiştirmeye çalışmadan sadece süreci yönetmeye çalışmalıyız.  Üstlendiğimiz sorumlulukları ve mücadelelerimizi hayatımızın bir parçası olarak kabul edip, yaşanılan güçlükleri kendi bedenimize yansıtmadan tıpkı bir satranç oynar gibi yaşamalıyız.  Bırakın hayatı bir satranç gibi algılamayı, bir satrancı bile ölüm kalım meselesi, onur meselesi yapanlar, oyuna gereğinden çok fazla anlam yükleyenler yukarda saydığımız belirtilere yabancı olmayacaklardır.
Stresle başa çıkabiliriz
Diyafram nefesi
      Dik oturun. Omuzlarınızı ve kollarınızı gevşetin. Ellerinizi göbeğinizin üstünde kavuşturun Bütün dikkatinizi göbeğinizde toplayın. Önce tüm nefesinizi boşaltın. Elinizi karnınıza hafifçe bastırabilirsiniz. Derin nefes almaya başlayın ve mümkün olduğu kadar midenizi genişletin. Alma süresi 5e kadar say, tutma süresi 5, verme süresi 10a kadar say
Egzersiz, yürüyüş ve diyafram nefesi: Mutluluk hormonu dediğimiz Seratonin ve Endorfin salgılanmasına neden olacaktır. 
   Affedin yükten kurtulun: Kin duyguları sizde öfke oluşturacaktır. Öfke ise en büyük stres kaynağıdır. Hiç kimseyi değiştirmeniz mümkün değil.  Haklı olmaktansa mutlu olmayı seçin. Kin duyduğunuz kişiyi değil, kendinizi cezalandırarak yaşamınızın kalitesini bozuyorsunuz. Affetmek iyi insanların en büyük silahıdır.
Gün boyu aklımıza gelen düşünce sayısı elli bin ve bunun %60’ı olumsuzdur.  “Keşke” ve “Eğer”li  cümleler, olumsuz düşüncelerden kurtulabilmek ve anı yaşayabilmek için; etrafımızda gördüğümüz, duyduğumuz ve hissettiğimiz şeyleri fark etmeli, dikkat etmeli ve yargısız bakabilmeliyiz
         

Tebessümün hafifletici etkisi


                                   
ABD’li psikoloji profesörü Dr. Paul Erkman on sekiz çeşit gülümseme biçimi tanımlamıştır. Bunların çoğu da sahte gülümseme biçimleridir. Hepimiz farkında olmadan sahte gülümsemeler kullanabiliriz.  Duygusal yakınlık hissetmediğimiz ortamlarda kullandığımız maske, sahte gülümsemedir.  Gerçekten önem verdiğimiz ve sevdiğimiz insanlara içten gelen samimi ve gerçek gülümsemelerimizi ortaya koyarız.   On aylık bebekler kendilerine dostça yaklaşan yabancıların gülümsemelerine dudak kıvırırken anneleri için mutlu ve samimi tepki verirler.
   Sahte gülümsemede önce ve süratle dudaklar gülümseme taklidi yapar. Gerçek gülümsemede tüm yüz değişir. Gözleri parlar insanın, anlı kırışır. Yanak kasları yukarı kalkar ağzın etrafındaki deri gerilir en son ağız açılır.  Gerçek gülümsemenin son hali olan ağız açılma, sahte gülümseme de, yüzde hiçbir değişiklik olmadan öncelikle olur.
  Gülümseyen bir fotoğrafın samimiyetini, ağız kısmını kapatarak anlayabiliriz.   Figür çalışan insanların,  mutsuz gözleri ifade eden bir resme,  gülen ağız çizilince üzgün bir surat ortaya çıktığını ifade ederler. Samimiyet gözlerdedir.  Gözler yalan söylemez.  Bizi ele veren gözlerimizi yönetmemiz mümkün değildir.
Deşifre olmak istemeyen kişiler için “Gözlerini kaçırdı benden”  dememiz onun içindir.
   İş toplantılarına katılan profesyonel yöneticiler samimi ve gerçek gülümsemenin toplantı verimini ne kadar olumlu etkileyeceğinin farkındadırlar.  Yaşanmış eğlenceli, komik veya saçma konuları hatırlayarak, oluşturdukları olumlu duygu durumlarının samimi tebessüm üretmesini sağlarlar.
   Nedeni ne olursa olsun gülümseyen insanların hepimiz üzerinde rahatlatan, sempati yaratan ve güven veren etkisini gözlemleriz. Onu daha çok dinleriz. Ona daha yakın olmak isteriz. Onunla ilgili tüm konularda olumlu duygular oluşur bizlerde.     “Bu insana içim kaynadı”, “Elektrik aldım” türü sözler uyumun ve samimiyetin sonucudur.   Diğer taraftan “Gözüm bu adamı hiç tutmadı”, “ Neden bilmem bir türlü şu adama içim ısınamadı gitti”  sözleri de bilinçaltımızın yanılmazlığını ortaya koyar
 İnsan beyni mutlu ve olumlu yüzlere endekslidir ve onu tercih eder.   Yapılan deneyler insanların olumlu yüz ifadesi olanları daha az unuttukları, daha çok etkilendikleri ve daha çabuk tercih ettikleri  ortaya çıkmıştır.   Tebessüm eden yüzleri n 90 metreden  (bir futbol sahasının uzunluğu) fark edildiği test edilmiştir.  Aynı netice, olumsuz yüz ifadesinin tanınmasında alınamamıştır.
    İçten ve samimi gülümseyen insanların fiziki durumları ne olursa olsun, karşı cinsten olanlar tarafından daha çekici bulundukları kanıtlanmıştır.
 İş görüşmesine giden adayların samimi, içten tavırları ve gülümseyen yüzleri, onların şansını oldukça arttırdığı bilinir. 
Duruşma salonunda ki yargıçların güler yüzlü olanlarla olmayanları suçlu bulma olasılığı her ne kadar eşitse de güler yüzlü kişilere daha hafif cezalar verme eğiliminde oldukları gözlenmiştir. Bu olguya Avrupa da “Tebessümün hafifletici etkisi” adı verilmiştir.                          Hakkı Güleç                             

EGOMUZ, BAĞIŞLAMAK VE SEVMEK



                    
EGO NEDİR?
Latince bir kelime olan Ego, ben, benlik, kendilik demektir. Ego;  irade, bilinç, vicdan, dürtüler, iç istekler, tutkular, gibi kavramları içine alır çok boyutludur.
SAĞLIKLI EGO 
  Sağlıklı egomuz sayesinde varlığımızı ve birey olduğumuzu hissederiz. Sağlıklı egomuz tüm hayatımızın yöneticisidir. Sağlıklı egomuz sayesinde insanları, yaşamı sever ve hayatımıza anlam katacak amaçlar peşinde koşarız. Ruh sağlığı yerinde olanlar için bu dünya onların ihtiyaçlarını karşılayan, kendisini daha iyi hissetmesini sağlayan bir araçtır sadece.  Onlar anın güzelliklerini kolayca yaşarlar. İddiasızdırlar. Sıradan olmayı isterler. Küçük şeyler onları mutlu eder. Empatiktirler. Affederek kendilerini cezalandırmaktan kurtulurlar. Maruz kaldıkları kötülükleri çabuk unutmaya programlanmışlardır.   Dinlemeyi, anlamayı severler. Sahte olmayan, doğal, sıcak ve samimi gülümsemeleri dikkat çeker. Baktıklarında, duyduklarında ve hissettiklerinde güzel, iyi ve hoş şeylere odaklanırlar. Olumsuz durumlarda müsamahalı davranmayı, olumlu durumları övmeyi severler. Kazanmaktan çok vermeye, başarılı ve saygın olmaktan çok değerli olmaya önem verirler. Bağışlamak kolay olunca sevmekte zorlanmazlar. Sağlıklı ego, önce kendine sonra çevresine sevgi duyar.
Ruhsal kökenli sağlık sorunları en azdır. Genç kalırlar ve sevilirler. Mizah duyguları, iletişim becerileri gelişmiştir.  Maskeli hayatları en aza inmiştir. Yalan söyleme, kurnazlık becerileri gelişmemiştir. Yaptıkları yanlışlar karşısında özür dilemekten çekinmezler. 
Barış, kardeşlik ve sevgi, onların doğasıdır.

YARALI EGO
     Yok sayılma, taciz edilme, hakların gasp edilmesi, korkutulma, utanca boğulma, terk edilme, gibi olayların yarattığı tahribatın yönetilememesidir, egonun yaralanması. Bir zaman sağlıklı olan egomuz yaralı,  hasarlı ve sıkıntılı yönlerini hep hasıraltı yapma gayretindedir. Kusurları, yetersizlikleri, güvensizlikleri, utancı, kini hırsı görmezden gelme, kamufle çabası içerisine giren yaralı ego kendini rahatlatma, ispatlama ve özgüven sorunu, onun tüm hayatını alt üst eder.  Etik olmak, empatik olmak ve vicdanlı olmak gibi kavramların yeri yoktur yaralı egonun dünyasında.   Onun amacı olan mal edinme, kariyer yükselmesi, insanları yönetme, zorbalık için her türlü ayak oyunları mübahtır. Onlar için,  “hayırsever iş adamı adaletli yönetici” gibi kavramlar, sadece amaca hizmet ettiği sürece bir anlamı vardır. Oluşan yaman çelişkiler; bilinçaltı savunma mekanizmalarının geliştirdiği ruh halleri onlara  “ aslında ben iyi niyetliyim” dedirtir. Kendilerini rahatlatırlar.
  Savaş, düşmanlık ve nefret, onların doğasıdır.
YARALI EGO NE DER?
”En büyük benim, herkes bana tabidir, ben ve diğer insanlar, canımın istediğini yaparım, kimse bana ne yapacağımı söyleyemez, bana kurallar sökmez, ben kazanmalıyım, umurumda değilsiniz, bu insanlar ben kadar akıllı değiller…”
SON SÖZ
Sağlıklı bir ruh hali için olmazsa olmazımız; sevmek, bağışlamak ve unutabilmektir. Yaralı egomuzun farkına varabilmek ve kendimiz olmak gereği vardır.



Romantik ilişkiler, evlilik ve aile danışmanlığı


      Romantik ilişkiler, evlilik ve aile danışmanlığı
  Romantik ilişkiler insanların en çok ilgisini çeken konuların başındadır.  Romantik ilişki denilince aşk,         sevgi, hoşlanma, tutku kavramları akla gelir. Romantik ilişkinin sağlıklı gelişmesi; insan yaşamını zenginleştirdiği gibi fiziksel ve duygusal iyilik de sağlar. Ergenlik dönemi, romantik ilişkilerin en çok yaşandığı dönemlerdir. Romantik ilişkiler kişinin bir gruba ait olmasını kolaylaştırırken, yakınlık, paylaşma, anlaşma, kendini açma ve fedakarlık yapabilme becerilerinin geliştirmesinde katkıları olur.  Sağlıklı romantik ilişkiler yaşayabilen kişilerde özgüven artışı, duygusal olgunluk ve olumlu bir kişilik gelişimi gözlenir.
Romantik ilişkilerde cinsellik
  Cinsellik denilince akla ilk gelecek konu, cinsel ilişki olmamalıdır. Yoğun sempati ve bağımlılık içeren duygularla içilen bir çay, yapılan bir sohbet veya bir yürüyüş anında kendimizi mutlu, rahat ve çok iyi hissetmemiz, o anda yaşadığımız haz duygusu da bir cinselliktir. Cinsellik denilinse akla ilk gelecek olan cinsel ilişkinin; nasıl, ne zaman yaşanacağı topluma, kişilere ve inançlara göre değişen bir durumdur. İnsanlar içinde yaşadığı toplumun değerlerinin, kendi sınır ve sorumluluklarının hep bilincinde olmaları gerekir.   Sohbet içerisinde olmak, saygı,  sevgi ve güven duygusunun şekillendirdiği romantik ilişkiler sağlıklı olanıdır.  Cinsellik, insanın iki kulağı arasındadır.
  İnsanın haz duygusunu yaşamaya programlı olması, dürtü kontrol zorluğu nedenidir. Günah, yasak, ayıp, zararlı ve tehlikeli den kaçmak, hazza koşmak arasında, çoğu zaman zevk alınan keyif veren şeylere doğru yönelme gözlenir.  
   Sigara, alkol, uyuşturucu, seks, kumar gibi bağımlılıkların temelinde;  tamamlanmamış işler diye tanımlanan;  unutulamayan kötü anılar, aile içi iletişim sorunları, kişilik bozuklukları gibi marazi yapılar vardır.  Bu durum romantik ilişkilerin sağlıklı yürütülmesini zorlaştırır.
Kiminle evlenilmeli?
    Evlilik kararı; hayatımızın en önemli stratejik kararıdır. İşin Aksiliği ise insanların en fazla akılcı olması gereken dönemde en fazla duygusal olduğu, mantığın çoğu zaman daha az devreye girdiği bir dönem. “Bu gün ki aklım olsaydı o gün yaptıklarımı yapmazdım. Ancak bugün ki aklımı da, o gün ki yaptıklarıma borçluyum” diyen iç dünyamız. Pişmanlık duygularının dile geldiği “keşke”li cümlelerimiz…Anne oğlunun
Yapılan istatistiklerde “görücü usulü” yani devreye anne, teyze veya hala gibi aileden kişilerin girmesiyle oluşturulan evliliklerin daha uzun ve daha sağlıklı olduğu gözlenir. “Davul bile dengi dengine çalar” mantığının devrede olduğu, duyguların etkisinin daha az olduğu organizasyondur görücü usulü yapı.
Aile danışmanlığı
  1920'lerde ABD de, 1950'lerde Avrupa ülkelerinde devrede olan Aile Danışmanlığı uygulamaları; ülkemizde son yıllarda hızla etkinleştirilmektedir. Modern dünya da evliliğin tüm aşamalarında, Aile Danışmanlarının fazlasıyla devreye girmesi sağlanır.

 Aile danışmanları; ailenin kurulma, devam ve boşanma süreçlerinde aile bireylerinin yetkinliğinin arttırılmasında rol oynarlar.
Son söz;
    Romantik ilişki yaşayan bireyler, mutluluklarını evlilikle “sonlandırarak” Türk filmleri gibi hep mutlu kalacağını varsayarlar. Ancak  “evlilik mutlu son” değil, esas zorlu ve her aşaması sorumluluk isteyen  sürecin başlangıcıdır. Bu süreçte; duyguların yerini mantık almaya başlar. Hasıraltı edilenler, önemsiz olarak kabul edilenlerin önem kazanmaya başlaması,  “hele ben bir evleneyim nasıl olsa onu değiştiririm”,“bayramlarda neden hep senin annene önce gidiyoruz”, “harcamalarımızda ortak havuz olmalı”, “ikimizde çalışıyoruz aynı anda eve giriyoruz. Sen odaya dinlenmeye giderken, neden her zaman ben mutfağa gidiyorum?”, “bu maç hastalığından bıktım” “ “beni eskisi kadar sevmiyor”,”çocuklarla ilgilenmiyorsun” “varsa yoksa iş, bizim hiç mi değerimiz yok?”, “iyi ki bir çocuk doğurdun bizi unuttun”, “bu çocuğu hep sen şımartıyorsun”, “çocuk dövülmez” vb bu ve benzeri şikayetler romantik ilişkilerin sonunda kurulan evlilik kurumunu zorlarlar.  
                                                                                                                      Hakkı Güleç
                                                                                                                    Aile Danışmanı




“Ding” sesi


                                 
   Ali; 8. sınıfa giden içine kapanık, kısmen dikkat eksikliği olan, derslerinde pekte başarılı olmayan bir öğrenciydi. Ali küçüklüğünde sık hastalandığından yaşıtlarına göre biraz daha kısa boylu ve çelimsizdi. Arkadaşları onunla pek oynamak ve birlikte olmak istemezlerdi. Dışlanmak Onda derin izler yaratmıştı.  Arkadaşlarının bilgisayarları ile ilgili konuşmaları, facebook iletişimleri, ilginç sunuları, çektikleri fotoğrafları  sayfalarında paylaşmaları ve  hızla artan arkadaş sayılarına karşı kendisinin bilgisayarının olmaması, onun  çevresinden daha da  kopmasına neden olmuştu.        Ama bir gün bir sürpriz olmuştu. Babası her nasılsa Ali’ye bilgisayar almıştı. Ali sanki yeniden doğmuştu. Ödevleri için artık internet kafe’ye  gitmek zorunluluğu kalmamıştı.
    Sevilmeyen, yapamayan, çirkin, zayıf, dışlanan gibi olumsuz kavramların yerini,   oyunlarda elde ettiği başarıları sayesinde arkadaşları arasında yavaş, yavaş statü sahibi olmaya başlamıştı.
 Facebook'ta  bir çok  arkadaşı olmuştu. Ali, o ana kadar tanımadığı güven duygusunu tatmıştı. Facebook'taki  arkadaşları sanal ortam da onun "zayıf yönlerini" göremiyorlar herhangi bir kişiye nasıl davranıyorlarsa, nasıl iletişim kuruyorlarsa Aliyle de aynı şekilde  kuruyorlardı.  Ali nin dikkat eksikliği bile onun bilgisayar oyunlarında en üst seviyeye çıkmasına engel değildi.  Seviye yükseldikçe duyduğu her  "ding" sesi onun hayatının en güzel sesi olmaya başlamıştı.
  Ali, her geçen gün bilgisayarın başında daha  fazla zaman harcıyordu. Zaten  pekte iyi olmayan dersleri, daha da kötüye gitmişti. Öğretmenleri veli toplantısında hiç de iyi şeyler söylememişlerdi. Ali artık "internet bağımlısı" olmuştu. Baba üzgündü, çaresizlik duygusu içerisinde neye ve kime kızacağını bilemiyordu.
        Sonunda, arkadaşlarının da tavsiyesi ile okulun rehber öğretmeni ile görüşmeye karar verdi.   Rehber öğretmenin söyledikleri evde, kendileri dahil her şeyin sil baştan köklü değişimini ve yeni yaklaşımları içeriyordu. Çıkar yol olmadığı için aşağıdaki adımları, rehber öğretmeninde yardımı ile uygulamaktan başka çare yoktu.
Ve protokol imzalanır
  1. Durum değerlendirmesi yapıldı; nedenlerin yanında nasıllar tespit edildi.
  2. Öğrenci -veli ilişkisindeki sağlıklı iletişim için, öğrencide direnç oluşturan, “sen” yerine “ben” dili veya,  "Radyo" dili denilen 3. şahıs dili,  öne çıktı.
  3. Farkındalık artırma çalışması yapıldı. Öğrencilik statüsünün  gerektirdiği rollerin standartlarının tanımı birlikte yapıldı… Önlem alınmaz ise sonucun neler olabileceği konuşuldu.
  4.Kontrol yönetimi saptandı. Sürecin takibi, kontrolünün nasıl olabileceği konuşuldu.
  5.Yeni yaşamın kuralları,  öğrenci, veli, rehber öğretmen arasında sağlanan anlaşmayla sağlandı
  6.Öğrenci ile sözleşme yapıldı. Sözleşmede bilgisayarın kullanımına ilişkin tüm detaylar birlikte oluşturuldu. Öğrenci kesinlikle bilgisayardan tamamen mahrum bırakılmadı. Ne zaman, ne kadar, hangi şartlarda bilgisayar kullanacağı tespit edildi. Tatil günleri standartları saptandı
 7. Sürecin yönetimine ilişkin esaslar gözden geçirildi. 
 8. İhlallerde müdahale ve güç kullanımına dair esaslar nasıl olacak, Birlikte karar verildi.
 9. Geçen sürede öğrencinin, psikolojik ve sosyal gelişiminin sağlanması için neler yapılabileceği, gerekirse psikolog veya psikiyatr’ dan yardım alınabileceği ortaya konuldu.
 10. Antlaşmada veliye düşen görevler ve talepler belirlendi ve bu sözleşme iki nüsha olarak imzalandı. 
     Ali nin hayatının ilk sözleşmesi,  onun hayatında dönüm noktası olmuştu. İlk başlarda oldukça zorlanmalara karşın şimdi hayata yüklenen yeni anlam, konulan hedefler ve de arada bir duymaya devam ettiği "ding" sesi; daha özlenen, daha da zevkli hale gelmişti. Belki de hak etmenin tadıydı bu ses.
Hakkı Güleç       hgulec58@hotmail.com


Çözüm odaklı yaklaşım



      Çözüm Odaklı Danışman Yaklaşımı (ÇODY)’yi geliştiren De Shazer’in (1985) çalışmasına dayanmaktadır.  De Shazer problemden ziyade, çözümlere odaklanmayı öne çıkardı. Danışanları geleneksel modellere göre daha hızlı iyileştiler. Bu yaklaşımda danışanın potansiyellerinin farkına varması, çözümde etkili olacaktır. Danışanların geçmiş başarılarının ve güçlü olduğu alanların altı çizilir. Özgüven sağlama ve yeni başarılarda güçlü yönlerden faydalanılır.
       Geleneksel danışmanlık metotlarında genelde bir problem konuşması geçer ve bu konuşma kişiyi üzebilir, kişi geçmişe gitmekten rahatsız olabilir, geçmişte yaşadığı travmaları, problemleri ifade ederken sıkıntı çekebilir. Problem konuşması yapmak problemlerin olumsuz etkilerinin daha da artmasına neden olabilmekte ve süreç oldukça uzamaktadır.
ÇODY’de Danışan, kişinin problem çözme yeteneklerine odaklanır ve kişinin içinde bulunduğu problemi çözmekte kullanır.
Neden Çözüm odaklı yaklaşım?
     Sanat, edebiyat, antropoloji, politika gibi bilim dalında olduğu gibi psikoloji biliminde de etkisini gösteren, modernizm sonrası anlamına gelen post modernizm akımının bir yaklaşımı olan ÇODY’a göre insanlar birer makine değildir, insanlar farklı ve tektir. Bir davranışın altında yatan birçok neden olabilir. Nedenlere odaklanarak kişinin problemine çözüm aramak gerekli değildir. Çünkü benzer nedenler her kişi için farklı problemlere yol açabilir.
Çody ve öğretmenlerimiz
    Yıllarca özel eğitim kurumları rehberlik servislerinde danışmanlık yaptım. Veli görüşmeleri, öğrenci takibi, idare ve öğretmenlerle olan danışmanlık hizmetleri, rehberlik servisinin faaliyetleridir. Öğretmenler, veliler, rehberlik hizmetini yürütmeye çalışan danışmandan çok şey beklerler. Psikolojik Danışmanın sihirli bir değneğinin olmadığını göremezler. Çok sorunlu az sayıda öğrenci, danışmanın kısıtlı zamanı tükettiğinden, diğer öğrencilere selam verecek zaman bulamaz. Tansiyonun düşürülmeye alışıldığı bir süreç yaşanır. Kimse halinden memnun değildir.
     Şartları değiştirme şansımız hiç olmadığına göre; 
Mevcut şartlara rağmen çözüm nasıl sağlanır?
 Eğitim kurumlarında ÇODY
       Öğrencilerin yetersizlikleri yerine, güçlü yanlarına odaklanıldığı, sadece birkaç görüşmede öğrencilerin problemlerinin azaldığı gözlenmiştir.  Görüşme sürecinde danışman, öğrencinin neleri yapabildiğine odaklanır. Bu durumdan övgü ile bahseder. ÖĞRENCİ KENDİSİNİN UZMANIDIR. Öğrencinin kendi potansiyelinin farkına varması, özgüveninin artması kendisine engel olan yanlış inançlarını aşmasında yardımcı olur.
    Herkes gibi öğrencilerde, ilk başlarda kendileri için işe yarayan, yaşadıkları sorunda kaynaklık edecek iyi olan şeyleri göremezler. Bardağın boş tarafına, problemlere ve geçmişe  odaklanmışlardır. Geçmişe ve probleme yönelik, neden, niçin sorularının yarattığı çözümsüzlük batağındadırlar. İnsanlar her zaman problemlerinin olduğuna ve hiçbir zaman amaçlarına ulaşamadıklarını düşünme eğilimindedirler. Bu yargılar hiçbir zaman %100 doğru değildir. Öğrenci her zaman başarısız, disiplinsiz değildir.  Onun mutlaka başarılı ve disiplinli olduğu alanlar vardır. Soruna neden olan bakış açısıyla, sorun çözülemez. Dikkatimiz öğrencinin problemli alanlarından, olumlu olduğu alanlara yöneltilir. Özgüven, rahatlama onun farkındalığını arttırır. Gelecekte neler olabilir ve nasıl olabilire yönelik, daha sağlıklı yaklaşımları üretebilen öğrenci olumlu değişmelerle tanışmaya başlar.
    Çözüm odaklı varsayımlar
    1) Varsayım, başarılara odaklandığımızda faydalı değişimlerinde ardından geleceğidir. “Problemleri konuşmak” yerine “Çözümleri konuşmak” süreci kolay, zevkli ve verimli hale getirir. Örneğin, kekemelik sorunu yaşayanlara konuşmalarında kekemenin olmadığı bölümlerden oluşturulan film gösterilmesiyle, kekelemenin anlamlı ölçüde azaldığı gözlendi. Basket atışlarında isabet sorunu yaşayan sporcuya, isabetli atışlarından oluşturulmuş film izlettirilmesi ve mükemmel atışlar yaptığının hayal etmesinin istenmesi, odağına sadece doğru atışları alması, oldukça olumlu sonuç vermiştir.
    2)Varsayım, problem yaşayanlar, problem yaşanmadığı anları görmekte başarısızdırlar. Danışanlar, çözüm getirmeye yardımcı olacak problemin yaşanmadığı, yeterli ve verimli olunan o anları ortaya çıkmasını sağlamaya çalışırlar. “Neyi iyi yaparsın?” En yetenekli olduğun alanlar nelerdir?” vb sorulara verilen cevaplarda ipuçları bulunur.
  3)Varsayım, olumlu küçük değişikliklerin büyüyerek büyük değişikliklerle yol açtığıdır.
  4)Varsayım, bütün danışanların kendi sorunlarını çözebilecek potansiyele sahip olduğudur. Danışanlar yetersizlikler ve şikayet konusu olunan yerler yerine, güçlü yanların altı çizilerek bunları nasıl kullanacağının farkına vardığında, değişim oldukça hızlı olacaktır.
   Özet olarak
Problem analizinden kaçının. Problemlerin nedenine değil, Çözüme odaklanın. Danışanın kendi potansiyelinin açığa çıkarılması, size olan bağımlılığını azaltacaktır. Geçmişe değil şimdi ve geleceğe odaklanın. Kendi yetersizliklerine olan inançları, yerine eylemlere odaklanın.
                                                                                                         Hakkı Güleç  Gürses Gzetesi Mudanya