23 Nisan 2013 Salı

İletişim kazası ve beden dilimiz…



  Ne söylediğiniz, ne söylediğinizi zannettiğiniz, ne anladığı ne anladığını zannettiğiniz arasında uçurumlar olması işten bile değil.
  Mesajın iletilmesin de  cümlelerinizin etkisi % 7 dir.
    %93 İse nasıl söylediğiniz, yani ses tonunuz, ses hızınız, söylerken oluşan yüz ifadeniz, el kol hareketleriniz duruşunuz, kılık kıyafetiniz, durduğunuz mesafedir.
Hesaba dahil olanlar
    İletişim kazaları; duygularınız, ön yargınız, izleniminiz, ezberiniz, konuya yanlış yerden bakmanız ve de en önemlisi o an kendinizin farkında olamamanızdan kaynaklanır. Bu da yetmez dinleyen kişinin o an ki ruh durumu, olaylara ve mesajı iletene bakış açısını, konu hakkında ki yeterliliği, kültür, cinsiyet, yaş, eğitim farkları, ön yargılarını, ezberini de hesaba dahil etmek gerekir.
Konuyu örneklersek;
   Yaşadığım bir örnekten bahsedersem: Danışmanlığını yaptığım evli bir çift. Erkek son derece öfkeli; en yüksek sesiyle bağırıp çağırıyor. Kadın ise sürekli kocasına "senin ne söylediğini ya kulağın duymuyor, ya da inkar ediyorsun" türünde karşılık veriyor. 
     Onlara bir ödev veriyorum. "Şiddetli bir tartışma anıda  sesleri  kayıt edin. Kayıtlarınızı ilk olarak burada benimle birlikte dinleyelim" dedim, kabul ettiler. En çok kabul eden ve kayıt eden kadındı.  15 gün kadar sonra ellerinde kayıt cihazı ile geldiler. Cihazı açtık ve hep birlikte dinlemeye başladık. Adamın gözü fal taşı gibi açıldı. Oldukça şaşkın, mahcup ve şok halde, "Aman Allah'ım tüm bunları nasıl söylemişim, şu an bunları söylediğimin hiç farkında değilim. Böyle bir şey söylememem gerekirdi...vb"
Duygularımız algılarımızı etkiliyor
    Oldukça yoğun yaşadığımız olumlu veya olumsuz duygu durumlarının etkisi altındayken ne yaptık, ne söyledik, nasıl davrandık bunların çoğunu eksik, yanlış veya hiç hatırlamayabiliriz.
     Kendimize tutuğumuz aynada gördüklerimizin gerçekle hiç ilgisi olmayabilir. Bize bakanlar da kendi dünyalarından baktıkları için her birinin gördüğü kişilikler farklı olabilir.    
     Gerçeği nasıl bulacağız, nasıl daha az iletişim kazasına maruz kalacağız?  Vermek istediğimiz mesajı tam vermek, oluşturmak istediğimiz etkiyi tam oluşturmak ve karşımızdaki insanları tam anlamak için %93 konusunda oldukça yeterli olabilme gereği vardır.
   “Öfkeliyim” diyen bir kişinin rahat bir tavır sergilemesi, o an gülümsemesi; karşısındaki kişide güvensizlik ve antipatik duygular oluşturur. Olumsuz duygular iletişim zafiyeti yaratabilir.


Sözlerimiz, sesimiz ve beden dilimiz uyumlu olmalı
   Sözlerin, sesimizin ve beden dilimizin, duruşumuzun aynı mesajı verebilmesi, uyumu ve paralellik göstermesi etkili güvenilir ve sempatik olmayı sağlayacaktır. İnsanlar dakikada 100-120 kelime konuşurlarken, aynı sürede iç dünyalarında hissettikleri ve düşündükleri 800 kelimedir.
    Söz ile ifade edilemeyen 700 kelimelik sözü bedenimizin sesinden dinleriz.
    İnsanlar gerçeği ifade ederken bazen işlerine gelmediği için olayı çarpıtabilir, yalan söyleyebilir bu durum onun sözleriyle çelişen mimiklerinde, jestlerinde gözlenecektir. Gözlerini kaçıracak, burnunu, ensesini kaşıyarak sıkıntı hareketleri sergileyecektir.
    Tepkisel, kendisini yönetemeyen, seyreden, anlamaktan çok sürekli anlatan, dinlemesini bilmeden hep konuşan, şikayet eden, karamsar, ne istediğini bilmeyen, bilse de yapamayan, bazen ne bilen, ne de yapabilen,  özgüvensiz, geleceğe karamsar bakan ve geçmişe fazla takılan kişilerin iletişim becerilerinin çok da iyi olmadığını biliriz. Bu insanlar baktıkları zaman kendilerini ve dış dünyayı sağlıklı gözlerle göremezler. İletişim becerileri düşüktür.
     Etkileyen, kendisini yönetebilen, gereğini yapan, etkin dinleyebilen, anlayan, fırsatlara odaklanan, iyimser, özgüveni yüksek, talepkar, ne istediğini bilen ve yapabilen, geçmişten sadece ders alıp unutabilen, gelecek hedefleri konusunda mantıklı olabilen kişilerin iletişim becerileri de oldukça güçlüdür.

İletişim kazasını azaltmak için;
Öncelikle kendi fakındalığımızın artması gerekecektir. Zayıf yönlerimiz, güçlü yönlerimiz nelerdir. Yüz ifadelerimiz, duruşumuz, el kol hareketlerimiz duruşumuz, ses tonumuz, kılık kıyafetimiz konusunda etkili olmayı öğrenmeliyiz. İnsanları istendik şekilde harekete geçirebilmek için konunun çok önemli bir ihtiyaç olduğunun anlaşılmasını sağlamak gerekir. O zaman iç motivasyon harekete geçer, okur, araştırır ve izler. Konuya odaklanmaya başlayan kişi en güzel karşılıkları almaya başlayacaktır. Hakkı Güleç

21 Nisan 2013 Pazar

Sadece gülelim gitsin…


     Ne kadar gülüyor isen o kadar sağlıklı, mutlu güvenilir çekici ve karizmatiksin demektir. Ne kadar gülüyor isen o kadar  en güzel ve yakışıklı fotoğrafını veriyorsun demektir. İşlerinin rast gitmesi, tansiyonunun düşmesi, öfkeni kontrol etmek, zihinsel verimini arttırmak, güvenilmek, karşınızdakinin öfkesini yok etmek, stres arttıran kortizon, adrenalin ve dopamin gibi hormonların seviyesini düşürmek, endorfin gibi ruh halini düzelten hormonların seviyesini yükseltmek istiyorsan bunu sıfır maliyetle yapabilirsin. Sadece gülmek yeterli. Bir kere gülmek demek, en çok mutlu eden besin olan 2000 çikolata yemek, unuttuğun giymediğin eski ceketinin cebinden binlerce tl bulmak kadar mutlu olmak demekmiş. “Başkaları ne der” demeyi  tamda öğrenememiş en garibanından en zenginine kadar tüm çocukların günde ortalama 400 defa güldüğünü yetişkinlerin ortalama 15-35 arası güldüğünü söylersek; çocuklardan öğreneceklerimiz var demektir. Çocuklar dünyanın en zenginleri listesinde baş sıraları alması gerekir diye düşünüyorum. Batı da hakimlerin suçu kesinleşmiş sanıkların gülümsemelerinden olumlu etkilenmelerinden dolayı daha az ceza verme eğiliminde oldukları bilinir ve bu durum “gülümsemenin hafifletici etkisi” olarak adlandırılır.  Şirket, parti ve kamuda üst yönetimine tırmananların yaşamlarında daha fazla içten gülümsedikleri görülmüş. ABD de yapılan araştırmalarda gülümseyenlerin daha uzun yaşadıkları, hayat başarısında ki etkileri ortaya çıkarılmış. Şirket toplantılarında genel müdür veya etkili yöneticilerin en fazla güven sağladıkları anlar gülümsedikleri anlardır. İnsanların "aha " anı diye tanımlanan en verimli oldukları, patentli buluşların anı denilen anlar rahat mutlu ve keyifli anın yaratıcısı gülümseme anıdır.  Zor konuların çözümüne odaklananların beyinlerinde çözüm kıvılcımlarının çaktığı anlar gülümsedikleri anlardır.   
    Makyaj sektöründe kadınların daha çekici fotoğrafları onların gülümseme mimiklerinin ortaya çıkarıldığı makyajla kaşların kaldırıldığı, göz bebeklerinin büyük gösterilmeye çalışıldığı resimleridir. Siyasilerin seçim önceleri propaganda afişlerinde sergiledikleri en içten samimi ve sıcak güven veren gülümseyen resimleridir. Dünyaya ilk gelen bebeğin en çok ihtiyacı olan "güvende olmak ve sevilmek" ihtiyacını anne gülümsemesi karşılar. Birkaç aylık bebeğe gösterilen onlarca insan fotoğrafından en çok baktığı gülümseyen, en az baktığı gergin yüz fotoğraflarıdır. İçten gelen, samimi ve sahte olmayan gülümsemeler duygularımızın ürettiği gülümsemedir. Sahte yüz ifadesi ister sahte öfke, ister sahte gülmek, ister sahte memnuniyet olsun; bu yapmacık, zorlama mimiklere karşı insanların bilinçaltı tepkilerinin ifadesi;"gözüm hiç tutmadı" "elektrik alamadım" "adama ısınamadım" "adamda bir iticilik var ama çözemedim"..türü olurken samimi içten ve dürüst davranışlara olan tepkiler karşımızdakinde güven ve sempati oluşturur. onları gözümüz tutar, elektrik alırız, onları işe almak isteriz, onlarla birlikte olmak isteriz, daha az ceza veririz, daha çok yardım ederiz ve onlardan daha çok olumlu etkileniriz.
Gülümsemenin üretilmesi
    Beden, zihin ve ruh sitemin parçalarıdır. İnsanlar mutlu ruh haline kavuştukları zaman gülümsedikleri gibi, hiç yokken gülmeyi taklit ettikleri zamanda mutlu olurlar. İnsanlar taklit etkileri bedenin ruh haline bürünürler. O halde istendik ruh halini üretmek, duygularımızı yönetmek, gülümsemeyi elde etmek için değiştiremediğimiz dış gerçeklerimize endekslenmenin yerine iç dünyamızda yapabileceklerimiz vardır. Öncelikle mizah duygumuzun güçlendirilmesi, geçmişin pişmanlık yaratan, “keşke” li cümle kalıpları, geleceğin bilinmezliğinin kaygı doğuran “eğer” li cümle kalıpları, olumsuz iç konuşmalarından sıyrılıp anın farkındalığını geliştirmeyi öğrenmek durumundayız.  Karşılaştığımız haksızlıklar, unutamadıklarımız ev afedemediklerimizin bizi zehirlemesine izin vermeden unutmayı affetmeyi bilmeliyiz.  
   En güçlü insanlar affedebilen, unutabilen geçmişten sadece ders alıp “bundan sonra ne yaparsam nasıl yaparsam, ne kadar, kiminle” gibi soru kalıplarıyla geleceğe çözüme odaklanarak rahatlamayı, gülmeyi ve içinden kimsenin sağ çıkamadığı bu hayatı ve kendini fazlada ciddiye almadan duygularını yönetebilenlerdir.  Güçlü insanlar,”neden”, “niçin” sorularıyla geçmişe, olanlara, hatalara, haksızlıklara, başarısızlıklara değil de, bütün bunlardan sadece ders alarak “iyi ki bu zorluğu yaşadım, çünkü bu yaşanalar  beni daha da güçlendirdi” diyebilenlerdir.
Önümüze, geleceğe bakalım ve sadece gülelim gitsin…Hakkı Güleç

9 Nisan 2013 Salı

İletişimsizlik


    Yapılan araştırmalar iletişimin insan sağlığı üzerinde etkisinin olduğunu göstermektedir. İnsanların birbirleriyle konuşamaması, dinlenilmemesi ve anlayamaması  sadece bir iletişim sorunu değil, sağlığımızı da etkilemektedir. İnsan “biyopsikososyal” bir varlıktır. Sağlıklı insan bedensel, ruhsal ve sosyal anlamda kendini iyi hissedendir. Üç boyutundan birinde yaşanan olumsuzluk diğer iki boyutu olumsuz etkiler.   ABD’de Boston üniversitesinde yapılan bir çalışma eşlerin birbirleriyle iletişim kuramaması, sorunlarını içlerine atması onların ölüm risklerini 4 kat arttırdığını göstermiştir. Kardiyoloji uzmanı Metin Okuyucu tarafından yapılan “Kalp Hastalıkları, Ölümler ve Evlilik” adını taşıyan bir araştırmada, eşleriyle sorunlarını tartışmayanların ölüm risklerinin arttığı  ortaya çıkarılmıştır. Bu araştırmaya yaşları 18-78 arasında 2Bin erkek ve kadın katılıyor. Araştırmada ortaya çıkan gerçek; “Eğer kadın evine iş sorunlarını taşıyor ve anlatıyorsa, erkeğin kalp hastalığına yakalanma riski 2 kat artıyor. Buna karşın kadın sorunlarını eşiyle tartışmıyor ve içine atıyorsa herhangi bir sebeple ölüm riski 4 kat artıyor” 
    Tecrit halinin ölümcül bir risk faktörü, yakınlık bağlarının ise şifa kaynağı olma gücü, kemik iliği nakli geçirmiş yüz kişiyle yapılan bir araştırmayla gözler önüne serilmiştir. Eş aile veya arkadaşlarından kuvvetli bir destek aldığını hisseden hastaların % 54 ü nakilden iki yıl sonra yaşamaya devam etmişlerdir. Bu tür desteğe çok az sahip olan hastaların ancak %20 si hayatta kalabilmiştir. Üniversite yurdun da kalan oda arkadaşları üzerinde yapılan bir araştırmada, gençler birbirlerinden ne kadar hoşlanmıyorlarsa, o kadar fazla soğuk algınlığı ve gribe yakalanmaya yatkın oldukları ortaya çıkmıştır. Yaşanılan kötü şeylerin paylaşılması olumsuz duyguları azaltırken, olumluların paylaşılması ise olumlu duyguları daha da armasına neden olur. Yakınını kaybeden kişiye yapılan bir taziye ziyareti onun acısını azaltır ve hayata bağlarken, düğün, nişan ve mezuniyet gibi güzel günlerin de insanların yanında olmak, sevincine ortak olmak, onların mutluluklarını daha da arttırır. İletişime ek olarak insanların iç dünyalarını ortaya koyan şiirler, resimler ve yazılar onları rahatlatır.  İnsanın kendiyle yaptığı iletişim onun için terapi niteliğindedir. Olumlu ve ya olumsuz duygularını bir mektuba dökmesi, terapi olarak uygulanmaktadır. İnsanın bazen sorun yaşadığı kişiyle hiç konuşamasa da “çift sandalye tekniği” olarak tabir edilen bir sistemle o kişiyi karşısında oturuyor kabul edip iletişime geçmesi ve konuda bir uzmandan yardım alması onun “tamamlanmamış işler” veya “bitirilmemiş işler”  durumunu tedavi etmeye yönelik bir uygulamadır. Kişi yaşadığı acı olayları oynayarak rahatlayabiliyor.  Duyguların dile getirilmesi insanı rahatlatır. İçe atılanlar ise bitirilmemiş işler olarak kalırlar. Yaşanan birçok ruhsal rahatsızlıkların temelinde bitirilmemiş işlerden dolayı acı vermeye devam eden konular vardır. İletişimsizliğin yarattığı sorunlar veya iletişimin iyileştirici gücü kendini hep gösterir. İnsanlara anlatılmak istenilen olaylar için iki ayrı üslup kullanılabilinir. Birinde olumlu yaklaşım, faydalar ve güzel sözler söylenirken,  ötekisinde zararlar, kötü ve yıkıcı cümleler kullanılabilinir.  İkisi de aynı konuyu farklı cümlelerle anlatsa da karşılıkları ise; olumlu dilde yapıcı, enerji ve coşku veren, rahatlatan öz güven arttıran hayata bağlarken,  diğeri tam tersi etkide bulunmaktadır. Hakkı Güleç 

8 Nisan 2013 Pazartesi

Kadınlar ve erkekler


   İskele yanı deniz kenarı,  Bursalıların Mudanya ya geldiklerinde en çok uğradıkları çay bahçelerinden biridir Yıldız çay Bahçesi.  7 yıl önce Mudanya ya  geldiğim ilk günlerde en çok takıldığım yerdi.  Yine öğrenci velilerine ve tanıdıklarıma buluşmak için buraya randevu veriyorum. Sahibi Yüksel Bey, Eşi ve Çocukları işletiyor burayı. Aile ortamı tüm bahçeyi kaplamış. İnsanlar en nezaketli yönleriyle gelir buraya…
   Eylül, ekim ayları Mudanya’nın en güzel günleri. İyot kokusu, yosun kokusu ve deniz olabildiğince sakin. Öğle sonu saatleri,  insanın içini nedeni belirsiz bir hafiflik ve mutluluk kaplar, hissedersin hafif hafif esen ılık rüzgarı… Dersin ki;
deniz, güneş ve insanlar  en sevimli en güzel ve en mutluyken buluşmuşlar,  doyasıya yaşamak için o anı.
      Genç bir erkek ve kız arkadaşı, Yıldız Çay Bahçesi; denizin kenarı  masaya oturuyorlar. Muhtemelen ikisi de üniversite öğrencisi.   Kız çok heyecanlı durmadan anlatıyor.   Erkek ise zorlama mimikler, onu dinlemeye çalışıyor. Elleri ve ayakları ritmik hareketlerle sıkıntısını çok belli ediyor. Kız kendisini dinleyen, sözünü kesmeyen arkadaşından memnun görünüyor. Çok biriktirmiş sürekli konuşmak isteyen hali var.
   Bu durum bana bir dergide okuduğum yazıyı hatırlattı. İngiltere’de yapılan bir araştırma da, kadınların günlük konuştuğu kelime sayısı 25 bin civarında iken, erkekler de bu sayı 12-13 bin ler de kalıyormuş.
  Kadınlar paylaşmadan, konuşmadan ve iletişimden yanalar. Onlar yaşanan sürece önem veriyorlar. Sorunlar karşısında İletişimi,  konuşmayı ve ilişkiyi başlatan ve bu iletişim sürecini devam ettirmek  isteğindeler
 Erkekler ise konuşmaktan çok suskun kalıp;  sorunları, düşüncelerini ve hesap kitaplarını iç dünyalarında evirip çevirerek sonuca gitmeye çalışıyorlar.  Konuşmaktan çok eyleme geçmeye ve bir an önce sonuç almaya programlanmışlar. Kadın anlatırken, “şöyle yapsaydın ya , niye böle yapmadın..” diyerek eylem odaklı yönlerini ortaya koyuyorlar.
     Eve yorgun, argın  günlük konuşacağı tüm kelimeleri bitirerek gelen erkek, şöyle bir sesiz kalıp “kafayı dinlemeyi” hayal eder. Bazen de planladığı ve düşündüğü  projeleri için suskun kalmayı iç dünyasında konuyu irdelemeyi sever.  Evin hanımı ev işlerinden başını kaldıramamıştır ve onun kelimeleri erkeğin aksine daha belki yarısı bile bitmemiştir. Eşi eve gelir gelmez başlar onun için önemli olan konuları paylaşmaya. Kocasının yorgunluğu, suskunluğu ve sıkkın hali onun neyin var diye sormasına neden olabilir. Erkek  “yok bi şey..” dese de,  kadın kendisiyle paylaşım konusunda yetersiz bulduğu kocasına içerlemeye başlar. Bu arada kadın tarafından bir çok varsayımlar üretilmeye başlanır.” Zaten ben bu evde neyim ki, garanti bi başkası var, biz burada hizmetçi miyiz,  beni eskisi kadar sevmiyor…”
  Erkek ise; “ bi sus be kadın kafamızı dinleyelim, konuştuğu şeylerin aslı faslı yok, bir saattir dır dır edip duruyorsun” . Bazen de çekip gider evden bir parkta yalnız kalma ortamını elde eder veya kafa dağıtmak için de kendisi gibi arkadaşlarını arar…
 Ne olmalıydı?
     Olması gereken kadın da erkek de birbirlerinin ve kendilerinin farkına varabilmeleri gerekirdi.
  Kadın; çayını verdikten sonra yanından ayrılırken konuşmak istediğin zaman seni dinleyebilirim..vb diyebilmeliydi. Konuşmak konusunda fazla zorlayıcı olmamalıydı. Kendisini dinlemeye hazır bir hayat arkadaşı olduğunu düşünen erkek mutlaka konuyu eşi ile paylaşacaktır. 
Erkek; eve her ne kadar yorgun gelsem de sessizlik istese de eşine de zaman ayırması gerektiğinin bilincinde olmalıydı. Bir şekilde bu paylaşım ortamına kendisini hazırlamalıydı. Bu işin iki tarafı da memnun edebilecek bir orta yolun olduğunu bilmeliydiler.. Evin hanımını, eşini dinlerken saygıyla gülümseyerek ve değer verdiğini hissettirerek,  anlamasına  dinliyebilmeliydi. Dinleme anında ön yargıları, kendi doğrularını, ön yargılarını aşarak, kalbiyle ve  empatik bir davranışla dinlemeliydi.  Bir hayat arkadaşı olduğunu düşünerek, önce insan ve de kadın olduğunu, farlılıklarının olabileceğinin bilinciyle dinliyebilmeliydi. Bu paylaşım anı iki tarafında birbirlerini var ettikleri andır. Bu anda tüm maskeler, sosyal yüzler, "mış" gibi yaklaşımlar yerini; can cana, insan insana bir sohbete bırakır.. Aksi durum yalnızlıktır, mutsuzluk ve umutsuzluktur...HG



Kendimizi iyi hissetmek için


   Alış veriş çılgınlığı, sürekli kampanyalar, anneler, babalar, sevgililer, öğretmenler…vb günleri…
Sistemin özü, tüketmek üzerine; satın aldığımız an kendimizi iyi hissediyoruz. “İyi hissetme anının” süresi, aldığımız ürünün fiyatıyla doğru orantılı. Aldığımız otomobilse o an; birkaç ay, cep telefonuysa birkaç gün, gömlekse birkaç saat olabilir. O anı hep yaşama isteği derinden bilinçaltına kazınmakta. …Tıpkı sigara tiryakilerinin çok iyi bildiği o kısır döngünün içinden kurtulamamak gibi
Nikotin çekilmesi
İdam mahkumunun son arzusu, “Bi sigara yakmak” olur. Kaza geçirmiş şok yaşayana “Yak bi tane” uzatılır.  Yakınını kaybetmişe “Yak bi tane” denilir. Atanacaklar arasında ismi çıkmış sevinçten göklere uçuyor” yak bi tane”.   Oo bu kahve ile keyif verir, “Yak bi tane”. Zor problemi çözmeye çalışıyor “yak bi tane.” Canım sıkılıyor “Yak bi tane”
Can sıkıntısı/Konsantrasyon, Stres/Rahatlama; zıt duygular.
Hangi sihirli uyuşturucu madde, yirmi dakika önce oluşturduğu etkiyi birden bire tam tersine çevirebilir.  Aslında sigara yukarıda belirtildiği gibi; ne konsantrasyonu arttırır, ne rahatlatır, ne can sıkıntısını alır ne de zevk verir. BU BİR YANILSAMADIR, KANDIRMACA VE BEYİNLERİN YIKANMASIDIR, ÖZELLİKLE OLUŞTURULMUŞ YANLIŞ İNANÇLARDIR.   Yıllarca izlediğimiz filmlerle, okuduğumuz roman ve dergilerle bu şartlanmayı sağladılar.
Her söndürülen sigaradan sonra, vücut nikotinden temizlenmeye başlar. Bir saat sonra kandaki nikotin seviyesi1/4 oranına düşer. Kanımızda ki nikotin seviyesinin azalması, nikotin çekilmesidir. Nikotin çekilmesi anında yaşanan fizyolojik sıkıntılar stres nedenidir. İçilen sigara; nikotin çekilmesinin rahatsızlığını giderirken, kendimizi iyi hissederiz. Stres nedeni olan sigara; aynı zamanda stres giderici,   Soruna neden olanı, sorun çözücü olarak algılamamamız kısır döngü nedeni. Kendimizi iyi hissetmemiz için çok tüketmek, tüketirken de tükenmek.
SANAL REKLAM
 İnsanın gözü saniyenin onda biri süreyle görebildiği cisimleri algılayabilmektedir. Bu süre yirmide bire düşürülürse hiçbir şey göremediğimizi zannederiz, ancak o gösterilenin görüntüleri, bilinçaltında yer edinir. “Sanal reklam” dedikleri budur. Sanal reklam yoluyla, TV’lerin en fazla seyredildiği anlarda bilinçaltına işlenilen ürünleri tüketme isteğimizin kamçılandığı test edilmiştir.  Sanal reklamlar ve reklamlar aracılığıyla bilinçaltında oluşturulan tüketme arzusu giderildikçe, iyi hissederiz kendimizi.

Ayna nöronlar
İnsanlarda hayran olduklarını taklit etme, onlar gibi olma ve onların tükettiklerini tüketme eğilimi vardır. Beynimizde 100 milyar civarında nöron denilen sinir hücreleri vardır.  Maymunlar üzerinde yapılan deneyde, maymun elma yeme anında aldığı zevkten dolayı beyninde uyarılan bölgeler; kendisi elma yemediği anda, bir başka maymunun elma yemesini seyrettiği zaman yine aynı bölgelerin sanki elma yemiş gibi uyarıldığı tespit edilmiştir. Bu duruma ayna nöronlar neden olur. Bir şeyi yaparken hissettiklerimizin aynısını, seyrederken de hissetmemizi sağlayan ayna nöronlardır. Porno filmlere talep ayna nöronlar sayesindedir.     Sempati grafiği oldukça yüksek kişilerin yedikleri, içtikleri ve tükettiklerini tüketme isteği, reklamcılar için çok büyük bir kıymettir. O kişilerin tükettiği tüm markaları tüketme isteğini oluşturan ayna nöronlarımız sağ olsun. Popüler ve hayran olduklarımızın tükettiklerini tüketerek onlar gibi olmaktan dolayı iyi hissederiz kendimizi.   
Tüketime programlanmak
  Çok güldüğümüz bu kadarda saçmalık olamaz dediğimiz kıyafet moda olunca, hele de o popüler ve sevilen insanlar giyince, otomatik pilot misali o garip gelen kıyafetleri yana yakıla alıyoruz. Onlara benzemenin “güzelliğini” yaşıyoruz.
Zavallı bizler zannediyoruz ki kendi hayatımızın direksiyonu elimizde. İstediğimiz yere direksiyon kırıyoruz, istediğimizde duruyoruz. Beyin kullanma kılavuzunu bizden iyi bilenler, deyim yerindeyse fabrika ayarlarımızla oynayarak, daha çok tükettiğimiz takdirde kendimizi “çok iyi hissedeceğimizi” programlıyorlar. Sistem kendi çarklarına uygun formatlarda insan oluşturmaktadır. Bizler ne yaparsak, neyi daha çok tüketirsek daha mutlu olacağız.  Daha çok satın alabilmek için; icabında limonda satarız, eve iş götürürüz, fazla mesai yaparız. Çağdaş köle oluruz yani.
İşin özeti;
Sistem Programı;“Kendini iyi hissetmen için çok tüket, tüketmek için de daha çok çalış”  üzerinedir. Bu sistem bizim aklımıza eski devirlerde gemilerde çalıştırılan kürek mahkumlarını getirir.
                                                                                             Hakkı Güleç

Mükemmel olma kendin ol


    Yıl 2001 Konya’dayım.  Dershanemiz, Zafer’de “Net Dershanesi”. Öğle sonu karşıda ki çay ocağından maden suyu istiyorum, içtikten sonra parayı verirken  teşekkür ediyorum. Çay ocağının işleticisi hafif kaşlarını çatarak,  ”Af buyur abi, suyunu içtin, paranı verdin. Niye teşekkür ediyon da?”   Ne cevap vereceğime hiç bakmadan, etrafına emirler yağdırmaya devam ediyor. Konuşmamın bir anlamı olmayacağını görüyorum. “Hoşça kal” anlamında elimi sallayıp dışarı çıkıyorum. Çaycının kişiliksizleştirme tavrı, geçmişte maruz kaldığı aynı hareketlerin onda ki etkisiydi.  Aslında hiçbir zaman kendisi olamayacaktı.  Takılan gözlükten araziyi,  nasıl görmesi istendiyse hep öyle görecek, farklı görenleri de hiç anlayamayacaktı komutanımın çay daveti
 Aklıma Asteğmen olarak görev yaptığım, askerliğimin ilk ayları geliyor.  Eğitim subayı olarak atandığım görevin birinci ayının sonunda bölük komutanı yüzbaşı öğle paydosunda beni çay içmeye davet ediyor.  ”Asteğmen im, senin disiplin anlayışından rahatsızım. Nezaketli ve güler yüzlü tavrın disiplin zafiyeti yaratıyor. Çoğu zaman bölükte kontrol kaçıyor. Bu böyle gitmez. Her şeyi tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor.”  Neler yapmam gerektiği konusunda bir dizi talimat ve uzun konuşmalardan sonra benden; daha sert,  daha az tolerans lı davranmam gereğini ifade ediyor.   
   Benden istenileni uyguluyorum
      Sadece sert konuşma, kaşlarımı çatma ve askerlerin yüzlerine bile bakmama;  istenilen sonucu vermişti.  Gözlerime inanamayacağım değişiklikler yaşadım.  Bana bakarken gözlerinin içi gülmeye başlamıştı askerlerin. Daha önce anlamsız bakan ve beni adam yerine koymayan askerler bu sefer,  çok önemli, saygın ve hayran olunan kişiye nasıl bakılırsa öyle bakmaya başlamıştı.  Daha önceleri siparişim olan çayın bir türlü gelmediği, çok geç veya özensiz bir şekilde soğuk geldiği sık olurken;  şimdi ise  “komutanım bir emriniz var mıdır?” diye soran askerin, daha ben istemeden tertemiz bardakta sıcacık çayın anında servis edildiğini görmeye başlamıştım. Askerin yüzüne bile bakmıyordum, kaşlarım her an çatık gezmeye alışmıştım. Tam bir aşağılama ve kişiliksizleştirme.  Tıpkı Konya’daki çaycının tavrı gibi.
    Nezaket acizlik midir?
    Kim kendilerini adam yerine koyup insanca muamele etse, gülümse se o adamı,  adamdan saymıyorlardı. Çünkü Erler ve baskıya maruz kalmış insanlarımızın kişiliksizleştirilmeleri sonunda; nezaket ve güler yüz gösterenler; aciz, güçsüz ve yetkisiz kişiler olarak algılanıyordu. İnsan, ancak acze düştüğü zaman,  işinin görülmesi için yalvarır ve nazik davranırdı, onlara göre.  Bir insanın hem güler yüzlü ve insanca davranan,  hem de güçlü ve yetkin olması mümkün değildi. Kırılması gereken düşünce, buydu bence. Bu da öncelikli olarak kendimizi tanımamız, özgüvenimizin artması, mükemmel insan olmaktan vazgeçip, eksiğiyle, fazlasıyla sadece kendimiz olmayı becerebilmeliydik. Mükemmel olabilmek duygusu, strese sokuyordu insanı. Kendimiz olmak bizi çok rahatlatacaktı ve barışacaktık önce kendimizle sonra tüm dokunduklarımızla. Değerli olduğumuzu hissetmek, değer vermemizi sağlayacaktı  dış dünyamızdakilere…
BOŞ KALAN İNSANLARIN, AKLINA GELEN DÜŞÜNCELERİN %80’İ OLUMSUZ DUR.
  İnsanın tembellikten kurtulup, kendini aşmaya, limitlerini zorlamaya başlaması bu yolda kararlı adımlar atması kendisi için kırılma noktasıdır.  Kendisini yeniden inşa etmeyi göze alamayanlar, tembelliğe teslim olanlar; ayak oyunları, rekabet,  işin kolayına kaçmak, avanta, kulis faaliyetleri içerisinde çırpınırlar. Onlar için, baskı zulüm, korkutma tehdit; otorite için, yapabilecekleri davranış biçimleridir. “Güçlü insanlar korkutur, çatık kaşlıdır” düşüncesini yayarlar. Kendi korkularını ve güçsüzlüklerini, mezarlıkta ıslık çalmak gibi kamufle ederler.
     TEMBELLİK; OLUMSUZ RUH HALİNİN YANINDA, İNSANLARIN AHLAKINIDA BOZAR
   Çalışan, üreten ve okuyan insanları ışığı, herkesi aydınlatır. Onlar kendileri olmanın rahatlığını ve özgüvenini yakalamışlardır. Asla aciz ve güçsüz değildirler. Güler yüzlü ve nezaketli olabilmek, güçlü ve kendisi olabilmiş insanların genel tavrıdır.                                                                               Hakkı Güleç Gürses Gazetesi

Mutluluğun 7 temel sırrı ve aile danışmanlığı


  42 Ülkede yapılan araştırma sonuçları oldukça şaşırtıcı. Hangi ülkede olursa olsun tüm insanların mutlulukla ilgili önemsedikleri 7 maddenin ilk dört tanesinin sırası bile aynı;
  1)Sağlıklı Aile ilişkisi. Ne kadar zengin, makam ve güç sahibi de olsa tüm insanların yedi madde içinde ilk sırada yer alır; Aile yaşamlarında ki kalite. Anne, baba, çocuklar ve diğer Aile bireyleri birbirlerini Umursayarak, kabul ederek, değer vererek, yeterliliğini ortaya koyarak ve severek dinlerler ve iletişim de bulunurlar.
   2)Geleceğe güvenle bakabilmek. Sosyal devlet yapısı gelişmiş ülkelerde insanların eğitim, sağlık, barınma iş bulma konusunda oldukça şanslı olduğunu biliriz.
  3)İşini anlamlı bulma. Sevdiği işi yapanlar ve de sevdiği işi severek yapabilme fırsatı bulanlar, onlar tam da cennetlik. Meslek seçimi, hayatın nasıl yaşanacağının seçimidir.
   4)Arkadaş ve dost çevremiz. Yalnızlık Allah’a mahsustur. Ülkemiz insanlarının samimi, sıcak ve yardımsever yapısı büyük bir şans. Bireysellik- Sosyallik çizgisinde, Özgür olmak ve ait olmak, tabi olmak arasında dengeli bir yerlerde yer alabilme gereği var.  ABD Bireyselliğin en üst seviyede yaşandığı bir ülke, orada tüm insanların psikiyatrist’i var. Sanayi toplumu olamayan, Feodal yapının tamda yok olmadığı ülkelerde ahbap, çavuş ilişkileri oldukça yaygındır. Ait olma ve daha ilerisinde biat kültürünün izleri görülür.  Kocasını işe, çocuklarını okula gönderen evin hanımı,  sorunlarını karşı komşuyla paylaşır. Bir kahve içimi esnasında terapi niteliğinde ki sohbetin dertleşmenin en koyusu, samimisi yapılır.  Kahvenin ardından gelen çayları içenler İçindekileri dökerler ve rahatlarlar.  Kanada da yapılan bir araştırma uzun yaşamda; çok iyi bildiğimiz birçok faktörün yanında, sosyalleşmek, sağlıklı eş ve dost ilişkilerinin oldukça fazla olumlu etkisinin olduğu ortaya konulmuştur.
   5)Ruhsal ve bedensel sağlık. Spor yaparak bedenimizi, okuyarak ruh sağlığımızı geliştirmeliyiz
  6)Kendi yaşamımızla ilgili kararlarda inisiyatif sahibi olabilme. Yaşamımızı bir otomobile benzetirsek, direksiyonunda bizim olmamız mutluluğumuz açısından oldukça önemli.
  7)Manevi Yaşam. Bize yol gösterecek ilke ve değerlerin olması, inançlarımız, doğrularımız, yanlışlarımız, vicdanımız, iyi ve kötü dediklerimiz.
   AİLE DANIŞMANLIĞI
 Tüm ülke insanlarının mutluluk adına ilk sırada gördüğü sağlıklı aile ilişkisinin ne olduğu nasıl geliştirildiği ve yönetildiği konusu; Aile Danışmanlığının ilgi alanına girer. Gelişmiş ülkelerde 1920’lerden günümüze kadar aile danışmanlığı sürekli gelişim içerisindedir. Son dönemde, Avrupa uyum yasaları gereğince ülkemizde Aile Danışmanlığı konusu önemsenmiş ve konuyla ilgili birçok projeler hayata geçirilmeye başlanmıştır.
   Aile Danışmanlığı Alanları Nelerdir?
·         Anne - baba ilişki ve iletişim problemleri,
·         Anne - baba ile çocuk ilişkileri,
·         Çatışmalar,
·         Boşanma süreçleri,
·         Flört ve aldatma problemleri.
·          
·           Çocukların suça karışma oranlarını artması, madde ve diğer bağımlılıklar; aile içi sorunlarla çok yakından ilgilidir. Çocuklar annenin sevgi ve merhametinden emindir. Sorguladığı çoğunlukla babanın tavrıdır. Babalar en az anneler kadar çocuklarına karşı cefakar ve sevgi doludurlar. Ancak duygularını ortaya koymada çoğu zaman annenin gerisine düşmeleri, çocukların ruh hallerini olumsuz etkiler.
·           Aile danışmanları, aile bireylerine sağladıkları rahat ve güven verici bir ortamda hem kendilerini hem de birbirlerini tanımalarına, birbirleriyle açık ve içten bir iletişim kurarak sorunlarına çözüm bulmalarına yardımcı olmaya çalışır.



1 Nisan 2013 Pazartesi

Beynimize mıknatıs koymak..

        Odaklandığımız yer gerçeğimiz olur. İnsanlar taşıyamayacakları, çözemeyecekleri ve başaramayacaklarını zannettikleri sorunlar karşısında doğru odaklandığında neleri başarabileceğini görecektir. Bu durum öz güven artışı sağlayacaktır. Öz güven artışının getirdiği rahatlama ise olumsuz duyguların baskısını yok edecektir. Rahatlamayla birlikte odaklandığımız konuyla ilgili bilinçaltında çözüme katkıda bulunabilecek ne kadar veri varsa bir bir akla gelmeye başlayacaktır. "Evet yaaa nasıl da göremedim", " aslında sakin kafaya bakabilseydim, çok daha önceden konuyu çözebilirdim" vb cümlelerimiz olacaktır. Beynimizin sağlıklı çalışabilmesi ona doğru sorular sorabilmekle mümkündür.
Doğru sorular
    İç dünyamızla ilgili neden, niçin değil; nasıl, ne, ne kadar, ne zaman, kim diye sorulmalıdır?
 Çünkü kendimize sorduğumuz; neden ve niçin le başlayan soru cümleleri karşısında beynimizin ürettikleri, bizi haklı çıkaran cevaplardır. Haklı çıktıkça daha çok strese gireceğiz demektir. Neden ve niçin sorularının karşılığında üretilen cevaplar çözümü değil, sorunu pekiştirir, çözümsüzlük üretir, ileriye değil, geriye yöneltir, çözümden uzaklaştırır, unutmak ve affetmek zorlaşır. Neden ve niçin le başlayan soru cümleleri sorun odaklıdır, çözüm getirmez. Neden ve niçin sorularıyla sorguya çekilen insan gerginleşir. Zihinsel performansı arttırmak için gerginleşmeye değil, sakin olmaya ihtiyaç vardır
    Bunun yerine kendimize sorduğumuz sorular rahatlama getiren çözüm odaklı olması gerekir. Ne, nerede, nasıl, ne kadar, kim le başlayan soru kalıpları çözüm odalıdır. Geçmişin nasıl olduğuna değil, geleceğin nasıl olması gerektiğine yöneliktir. Çözüm odaklı sorular rahatlatan ve sakinleştiren sorulardır. 
Danışmanımız varsa eğer;
    Danışmana gelmeden önce danışan, yani sorunu olan kişi, olumsuz duygu durumu içerisindedir. Korku, kaygı ve özgüven sorunu yaşar. Suçluluk duygusu yaşar. Var olan potansiyel ve yeteneklerinin farkında değildir.  “Keşke…”ile başlayan pişmanlık cümleleri; “eğer…” le başlayan kaygı cümleleri yaşadığı anın farkındalığından onu uzaklaştırmıştır.  Yaşadığı sorunlar karşısında “neden..” “niçin…” soruları; sorun ve geçmiş odaklı yaklaşımları onu çözümsüzlüğün bataklığına sürüklemiştir. Baktığı her şeyde hep sorun görmeye başlar. Koyduğu hedefe giden yolda  engellere, açmazlarsa ve tehditlere odaklanmıştır. Korktuğu şeyler hep başına gelir.  Risk alamaz. Yaptığı işte, ilk başarısızlıkta pes eder,  “Zaten ben biliyordum yapamayacağım, bende eksiklik var, ben yetersizim” cümleleri onun ağzından sık çıkar. Hayatında şikayet cümleleri hiç eksik olmaz. Tüm aksilikler onu bulur. O “Allah’ın şansız kulu”dur
    Başından geçen olumuz durumları unutması, affetmesi ve olumsuz etkilerinin kontrolü ve yönetilmesi konusunda yetersizdir.  Yaşadığı stres onda fizyolojik ve zihinsel sorunlara neden olur.
Farkında oluş sürecinin yönetilmesinde danışman ne yapar?
    Danışmanın yaptığı sadece, sorunlu kişinin yani danışanın, dağınık zihnini doğru yere, doğru sorularla odaklanmasını sağlar. Danışman bilir ki, danışanın kendi sorunlarını çözebilecek potansiyeli vardır.
    Danışman ve danışan birlikte bir yolculuğa çıkarlar. Bu yolculuk sonunda danışan geçmişe değil, şimdiye ve geleceğe odaklanmaya başlar. Yaşanılan sorunlar, karşılaşılan zorluklar ve tehditler karşısında “neden..”, “niçin..” yerini, “Nasıl çözebilirim” “Ne yapabilirim” “elimde ki imkanlarım , fırsatlarım neler”  ile çözüm odaklı bir yaklaşım sergiler. Sorunların çözümünden hep dersler çıkarır. Bir şeyler öğrenir. Zorluklar onun için çöküş değil, güçlenme nedenidir.  
      Danışan değişebilmek ve gelişebilmek için ihtiyaç duyduğu kaynaklara sahip olduğunun farkında olmaya başlar. İşi şansa bırakmaz, şikayet etmek değil, çözüme odaklanmayı öğrenir. Danışmanın yaptığı, danışanın beynine mıknatıs koymaktır.
     Zihinsel performansımızın en güçlü olduğu anlarımız rahat, sakin ve keyifli anlarımızdır. Batılıların “aha anı” dedikleri bu anlar; beynimizde çözüm için kıvılcımların çaktığı, tüm buluşların, icatların ve keşiflerin anıdır. Beynimize koyduğumuz mıknatısın bilinçaltındaki verileri derleyip ilişkilendirme, sonuca varma anıdır aha anımız.